Celal Başlangıç anısına…
Duyunca yazar insan bazen; duyunca, görünce, inanınca, korkmayınca yazar insan.
Paranın, mevkiinin, iktidarın, gücün, çıkarın peşinden çok hızlı koşarsan ahlak yetişemez olur sana. Ama hakikatin, onurun, doğrunun, haklının peşinden koşarsan ahlak yakanı bırakmaz olur. Yaralanırsın, yalnız kalırsın, hapislere düşersin, sürgünlere uğrarsın ama ahlak hiç yanından ayrılmaz, ahlak senin bir parçan olur. Camdan değil, candan bir ahlak olursun ve kuşatırsın kaleminle dünyanın kötülüklerini, kalem silahtan daha tehlikeli bir hal alır.
Yalnızlaşırsın, yalnızlık öyle bir hal alır ki, belki seni yiyip bitirir. Etrafında kocaman bir ıssızlık, o ıssızlığa ilk dokunan belki de sen olursun, kalemin olur, onurun olur.
Bir gün ve her gün bir halk yalnız kalır, dünya âlem sesini çıkarmaz ama sen susmazsın, kalemini alıp koşarsın, mürekkep dağıtırsın bu halka, ışkın olmuş genç budaklara, kalemlere mürekkep bulaştırırsın, onurun ve özgürlüğün mürekkebini.
Uzakta, çok uzakta bir köy vardır, kimse gitmez, kimse oralıyım demez, kimse oralı olmak istemez. Upuzun ve yere serilmiştir köylüler burada bir şerit gibi; kadınlar, erkekler, dedeler, çocuklar bir şerit gibi yere serilidir, Yeşilyurt taaa uzakta der herkes!
Kimsenin ağzını bıçak açmaz yıllardı, kadın erkek demeden halkımızın ağzını devlet açıyordu Cizre’de Yeşilyurt Köyünde, zorla…
Bir halka, uzak bir halka kalemin cesaretiyle koşuyordu Celal, Celaller…
Genç çocuklar, yazılmış o hakikati ve o devlet utancını bağıra çağıra sokaklarda bir sesle, kalemden ve cesaretten bir ses yapıp Cizre’nin, Amed’in, bir cümle bir yurdun dört köşesinde korkusuzca elleri havada seslendiriyorlardı. İşte o yıllardı, özgürlük bir halka bulaşıyordu, özgürlük bir cesaret oluyordu o cümle yasaklı bir yurtta.
İşte o Korku Tapınağı yıllarıydı, Amed’de kaybolanlar, Güçlükonak’ta yere serili bir halkın ensesindeki resmi kurşunlar, Derebaşı’nda sorgusuz sualsiz gençlerimizin “bulanmayan failleri” sonra Dersim, karneyle ekmek alıyordu, un ve nefes alıyordu, o yıllardı…
Sahipleri el değiştirse de hâlâ bu tapınak varlığını koruyor, bir hayalet gibi tepemizde. Sürgün ediyor, yazanları, cesareti, onuru, hakikati sürgün ediyor, beş ülke öteye, iki kıta uzağa durmadan sürgün ediyor, ülkede iyi ne varsa ya hapishane ya sürgün!
Umutsuzluğu ekip korkuyu biçmeye çalışıyor o tapınağın sahipleri.
İşte böyle zamanlarda halkına koşan o onurlu mürekkep damlası, o onuru kalemin ucundan umut ediyor hayatın düşlerine, cesaret ekiyor yeryüzüne.
“Düşünmeyeceksin, konuşmayacaksın, varlığını haykırmayacaksın, kimliğinin ve dilinin peşine düşmeyeceksin. Korkacaksın ve susacaksın” diyen rahiplerin yaşadığı Korku Tapınağı’na cesaret ekiyordu Celal Başlangıç ve onun gibi hayatın yoluna düşenler, düş gezginleri yeryüzüne hakikati ekmeye devam edeceklerdi.
Ensesinde o soğuk satırlar fayda etmiyordu adı yasaklı o ülkede o genç gazetecilerin yüreklerine, o muhabirlerin ve o çocukların ellerinde cesurca tuttukları gazetelere…
Ne satın alan ne de satılan tarafta olmayan, şu cesaret yok mu, onur ve ahlak yok mu; yalnız da kalsa, sürgüne de düşse, mahpus da olsa, susmaz… Susamaz!
Cesareti sorguladığın gün var ya, korkuyu düşünürsün. Korkuyla birlikte yaşarsın ve o günden sonra etrafında ihaleciler, ihanetçiler, yalancılar, ikiyüzlüler çoğalır, sen sen olmaktan çıkarsın ve tapınak sahiplerinin verdiği ödevleri eksiksiz yaparsın, ünvanlı bir gazeteci de olabilirsin!
Ama Celal Abi (Başlangıç) bütün bu derslerin toplamından ve bu kötülük hayatının içinden onuruyla, dik duruşuyla ne satan oldu ne de satılan tarafta yer aldı.
Ensemde soğuk bir namluyla susuyorum sanki!
Karlıova’dayım Atlı Otel’in ikinci katında, yıllar öncenin bir gazete sayfasını hatırlıyorum, her şey şimdiki gibi o kadar siyah beyaz ki.
Sonra eğilip pencereden caddeye doğru bakıyordum, geceydi, “beyaz bir Toros” geçiyor ve ben plakasını ezber etmeye çalışıyorum.
KAYNAK: https://sonhaber.ch/geceydi-beyaz-bir-toros-geciyordu/