Salim Çetin’in 23 Haziran 2023 tarihli Yenigün Gazetesi’ndeki köşe yazısıdır.
Seçim ve sonrasında olanlar hepimizi derin bir muhasebeye zorladı.
Kazanılacak denilen seçim kazanılmayınca kıyamet koptu.
Şimdi buna ‘suçlu’ bulmaya çalışıyoruz.
Tabii bir miktar da olanları anlama çabamız söz konusu.
Kimimiz suçu yürütülen kampanyaların içeriğine yüklüyor, kimimiz ülkemizdeki sosyolojik yapının bize tanıdığı olabilirliklere.
Bir bölüm de haklı olarak partilerin başındaki yöneticileri suçluyor.
Çünkü gemiyi karaya çıkaracak kaptan köşkünde onlar vardı.
Öyle ya onların elinde sosyolojiyi okuyacak, halkın genel eğilimini ölçecek araçlar vardır, diye düşündük.
Sonra görüldü ki halkı anlama ve bunu kampanyaya doğru yansıtma becerisi gösterilememiş.
Meğer onların bilgileri de aşağı yukarı bizim kadarmış, onlar da bizim gibi temel verileri anket firmalarına havale etmişler.
Sanki ellerinin altında ülkenin her yanına dağılmış örgütler ve onlardan her türlü bilgiyi alma olanağı yokmuş gibi.
***
Aslında bu imkânlar vardı fakat neden yapılmadığı/ kullanılmadığı doğrusu akla ziyan bir durum.
Başka bir vahim durum da ‘seçim gecesi’ni yönetememe sorunu.
Şimdiden CHP’nin siyasi literatüre bu kavramı kazandırdığı söylenebilir.
Çünkü o gece olanlar, kaybedilme halinde nelerin yapılması gerektiği konusunda bir çalışmanın olmadığını bize gösteriyor.
Yazık, dereyi geçip küçük suda/ çayda boğulmak buna denir herhalde.
***
Hazır her yerden değişim sesleri geliyorken bunun içeriğine bakalım isterseniz.
Bu tartışmalar hep iki türlü olur; birileri tarihsel derinliklerden örnekler verirr, bir bölüm insan da daha güncel konulardan.
Biz biraz tarihsel arka plana bakalım:
İşin kötüsü bu alanın çok da ‘mutluluk verici’ bir durumda olmadığı görülüyor.
Neden?
Bir grup akademisyen bunu şöyle ortaya koyuyor:
***
AKP’nin oturduğu dindar muhafazakâr kesimin 1970’lerden beri kendini ‘sosyal ilişkiler zemini’nde kurguladığı gerçeğini hatırlatılıyor.
Bu zeminde tekkeler, tarikatlar ana gövde olarak yer alıyor.
Bilindiği gibi Şerif Mardin bunlara ‘ara konaklar’ diyor.
Ona göre bu örgütlenmeler, devletle halk arasındaki bağı sağlayan yapılardır.
Hoca buna Osmanlı döneminin Ahi teşkilatını bile ekliyor.
Fakat ne ilginçtir ki bu yapıların ilan edilen Cumhuriyet rejimini içine sindiremedikleri de başka bir gerçek.
Şerif Mardin
***
Bu ‘sosyal ilişkiler zemini’ tabanına bugün muazzam bir sayıya ulaşmış olan Diyanet de eklenebilir. Köylerde imamlar, cami dernekleri vb…
Yetmedi buna bir de 1950’den beri köylerden şehre göçü de ekleyin.
Bu kesimin de kendini dinsel tabanlı yapılara yakın hissettiği sır değil.
Gördünüz mü, devasa bir kitle bu zeminin yapı elemanları olarak ortada.
İşte AKP bu zemini ustalıkla mobilize etti ve kendi politik hattını böylece kurmuş oldu.
Biliyorsunuz bunu sosyal bilimciler, ‘kenarda olanların merkezi kuşatması’ olarak adlandırıyor.
***
Peki bu kesim oran olarak ne kadar?
Nerdeyse çoğunluk.
Akademisyen Hasan Bülent Kahraman da bu saptamayı yapanlardan ve Hasan Hoca buna, Türkiye’ye mevcut sosyolojinin penceresinden ve üç açıdan bakılabileceğini de ilave ediyor:
Bir; Ege, Akdeniz, Orta Anadolu’nun batı kesimi. Burası üretimin yüzde 70’ini karşılıyor ve laik kesimden oluşuyor.
İki; Güneydoğu ve burada yaşayan Kürtler.
Üç; Orta Anadolu’nun doğusu ve Karadeniz. Burası, muhafazakâr ve dindar kesim ağırlıklı.
Hasan Bülent Kahraman
***
Şimdi elimizde olan sosyolojik tablo bu.
Elbette bu saptamalar sosyal subjektiflikleri içeriyor. Yani matematik kesinlikleri barındırmıyor.
Dolayısıyla değişebilirlik potansiyeli kendi içlerinde gizli.
Nitekim “1974 Ecevit” örneğini biliyoruz, 1970’lerin şehirlerinde kenar semtlerle Sol’un olumlu ilişkisi başka bir örnek.
Bülent Ecevit
***
ŞİMDİ NE YAPACAĞIZ?
Şimdi zemin bu olunca değişimi nasıl kurgulayacağız?
Herhalde kişileri değiştirerek olmayacağı kesin.
Bir defa ‘politik hat’ta derin bir değişikliğe gerek var.
Doğu’yla, Karadeniz’le üretim, hizmet ve proje bazında ilişki kurulması gerekiyor. Doğu’da Kürtlerle gerçekçi politikalar oluşturulmalı.
Söylemler… Dış politika, üretim, tarım, sanayi… bu devasa konularda yeni söylem ve yeni insanlar gerekiyor.
***
Ben yereli çalıştığım için, en azından vereceğim örnekler/ söz edeceğim konular buradan olacaktır. Ve bunlar da aşağıda:
Şehirler yeniden ele alınmalı.
Hizmetler çoğaltılmalı, insanlarla ilişkiler için mekanizmalar geliştirilmeli. Karar süreçlerine vatandaş gerçek anlamda katılmalı.
Bu bağlamda kentte son yıllarda oluşan rantlar var.
AKP bunları taraftarlarına, alenen inşaat üzerinden dağıtıyor.
Böylece kendisine devasa bir destek ve seçmen ağı oluşuyor.
Ayrıca kenar semttekiler de bir anda orta sınıfa terfi ediyor.
***
Bunu Sosyal Demokratlar tersine çevirmeli; rantı adil dağıtmalı, her vatandaş bundan yararlanmalı. Buna kenar semtlerde oturanlar da dahil olmalı. Onlar da artık gecekondu kimliğinden sıyrılmalı.
Alt kesimlere konut inşa etmeli.
Kentsel dönüşümü vatandaşla beraber çözmeli, kendi politikasını geliştirmeli.
Türk insanının yaratıcı gücü harekete geçirilmeli, büyük projeler ortaya konulmalı.
Demokrasinin somut yaşanması CHP’nin kendi içinde de olmalı; politikalara, adaylara üye karar vermeli, demokrasi buradan başlamalı.
Buna benzer daha onlarca şey sayılabilir.
Bunlar yerine; inanç, değerler, kültürel kodlar, kimlikler üzerinden politikalar geliştirmeye devam edilirse, değişimin olmayacağı kesin.