Yoksul bir dağ köyü, hikaye burada başlar. Bir anne geç de olsa çocuğuna kavuşur. Büyükler varken, anneler, babalar çocuklarına sahip çıkamaz. yaşlılar ölünce çocukları onlara kalır. Kadının birden çok çocuğu vardır. Onun için hepsi aynıdır. Ama birisi yıllardır kendinden ayrı yaşamıştır. Önceleri babaanneninin çocuğu olarak yaşam sürerken,babaanne ölmüş. İki yıl sonra ilkokulu bitirmiş, yatılı olarak şehre gitmiş.Yatılı okul MUSA içinde bir gelişme dönemi olmuştur. Yaz tatillerinde köye döndüğünde, annesinin yemekleri bir başka tatlı gelmiştir. Önceleri sofraya oturmayan, babaannenin gözdesi, ayrıcalıklı çocuk, annesinin yemeklerini ateş üzerinden, pişerken yemeye başlamıştır. Anne oğul yeni bir hikaye yazmaya başlamışlar. Onbeş tatiller, yaz tatilleri daha güzel olmuştur.. MUSA, okumakta, üniversitelere gitmekte kararlıdır. Bir çok maceradan sonra Ege denizi kenarında İzmir’de üniversite ye bile gider. Çocuk köyden ayrılıp şehre vardığında, yatılı okul yıllarında memleket durumları ile karşılaşır. İlk soru “tavşan yiyor musun”, ne anlamı var, niye tavşan yiyeyim. Bizde sığırlar, kuzular, koyunlar, keçiler var. Her gün olmasa da ayda yılda bunlardan keserler, et olarak yeriz. Kültür olarak kıyma yapmak, yemeklerde kullanmak yok. Düzenli et yemek geleneği de yok. Yaşamı devam ettirecek tarzda atalarımızdan ne gördüysek öyle yaşayıp gitmişiz. Annesi çocukluğunda pelit kozalaklarından un yapıp ekmek yaptıklarını anlatır. Çocukluğunda ufak darı dedikleri ürünü el değirmeninde un yaparlardı. Bu unla cırıkta denen bir ekmek yapılırdı. Leğene hamur yapılır, odun ateşinde ki sac üzerinde ince bir hamur dökülür. Sıcak sıcak yemesi güzel olur. Bekleyip kuruduğu zaman frizbiye dönüşür. O zamanlar frizbiyi bilmiyorlar, bilse malzeme elinde, oyuncak olacak. Bu çocuk ülkedeki kültür çatışmalarını sonuna kadar yaşıyor. Ramazan’da sigara içenlerin, yemek yiyenlerin linç edilmelerine şahit oluyor. Dört yıllık yatılı okul yaşamında bir ömür harcayamayacağı anılar biriktiriyor. Lise birinci sınıfta biyoloji ve kimya derslerini çözemiyor. Zor bir yıl artık çocuk değil, gençliğe adım atıyor. Problemler biyoloji ve kimyadan daha büyük. İkmale kaldığı bu derslerden birisini geçse üst sınıfa geçecek. Şanssızlık hiç birini geçemiyor. Yıl içerisinde iki, bütünlemede iki. Bari üç olsa dört olsa, yok olmuyor.O gün hiç hesapta yok ama bu çocuk çok ileriki bir zamanda kimya mühendisi biriyle evlenecek. Sınıfı geçemezsen yatılı hakkın biter. Yeni bir dönem açlık, yoksulluk. Bir kuru ekmek bile bulamamak. Durumu fark eden örgütlü farklı kültürden insanların teklifleri. Sonradan kendilerini fetullahçı yada başka tarikatlar olarak tanıma şansı oluyor. “ Bir adres vereceğim, gideceksin üç öğün yemeğini yiyeceksin. Ama lokanta sahibi seni camide yanında görmek ister” okul müdür yardımcısının Musa’ya teklifi. Ne kadar cazip değil mi. Kuru ekmeğe muhtaç bu çocuk bu teklifleri kabul etmez. Aç ve soğukta bir yıl geçirir. Gelecek yıl farklı olacaktır. Siyasi atmosfer değişmiş. Solcuyum diyen insanlar bir araya gelmeye başlamıştır. Bu çocuk da uzaktan izlediği bu insanlara ulaşmıştır. Artık en azından açlık yoktur. Ne varsa birlikte yemekte, paylaşılmaktadır.Artık biz vardır.Bu yolun sonu üniversiteye kadar ulaşır. Artık yaşam bellidir. Topluma adanmış bir yaşam. Okul bitirme, meslek edinme artık günü kurtarma maskesi dir. Artık o proleter devrimcidir. Örgütlü bir komünisttir. Amaç devrim yapmaktır. İşçileri, köylüleri örgütleyecek, devrime hazırlayacak bir sıra neferidir. Neyse buralar fazla girmeden konuya döneyim. Böyle bir sistem de ne bekliyorsunuz. Çocuğun sonu cezaevi. Bir girer, çıkar, akıllanmaz, yola devam.Kaçak göçek yıllar geçerken 12 Eylül gelir. Okulunu bitiren bir yerlere sıvışır. Amcası ona öğüt verir, “ oğlum sel gelince bir kenara çekileceğin, sel önüne kattığını alır gider.” Amcayı falan dinleyecek birisi değil. Cuntaya karşı direnmeyi seçer. Milyonlarca solcu içerisinde 12 Eylül cuntasının istatistiklerine giren seçkin insanlar içerisinde kalmayı başarır. Bir yıl içerisinde Erdal Eren, Ercan Koca ve diğer arkadaşlarının katledilmesine yakinen tanık olur. Bir yıl sonunda yakalandığında ülkede örgütlü bir yaşam kalmadığına şahit olur. Uzun emniyet günleri ve işkenceler yaşar. Mamak’a gider, ilk sorgu hakimliğinde tahliye olur. Nasıl olur da tahliye olursun, öyleyse polissin. Sevinse mi, üzülse mi bilemez. Kaçak yıllar başlar. Kimse sahip çıkmaz, ne örgüt vardır, ne de eş dost, yaşayanlar bilir. Bütün ülkeyi gezdikten sonra yine yolu İzmir’e düşer. Talihsiz ve komik bir şekilde yakalanır. Yine işkence yaşar, yirmi bir gün sonra önceki hikayeler ortaya çıkar. Tekrar Mamak günlerine döner. Mamak sonrası, Ulucanlar cezaevi günleri, geçiş dönemi herkes yaşamıştır. Sonunda Bursa E tipi ve F tipi günleri başlayacaktır. Burada ki beş yılı aşkın sürede anne bir kez açık görüşe gidebilir. O gün ileride gelini olacak kız da gelmiştir, tanışma şansı olur. Bu başka bir hikayenin konusu olan inanılmaz bir olaylar bütünüdür.
Bütün çocuklarının yaşam kurma mücadelesinde yanında olan anne, bu çocuğa bir şey yapamamanın acını yaşamaktadır. Bir gün şans ayağına gelmiştir. Kasabanın önceki asır da nüfusunun yüzde kırksekiz’i Ermeni ve Rumlardan oluşmaktadır. Saldırılardan kaçarken değerli eşyalarını gömdükleri herkesin bildiği bir durumdur. Bölgede defineciler kol geziyor. İnşaat kazılarından değerli eşyalar çıktığı biliniyor. Evin altında ahır olur. Ahırın önünde kapalı alanda evin saçakları altına küpler gömülür. Yazın yaylada yapılan çökelek ve peynir karışımı küpler buraya gömülür. Yağmur, kar ulaşmayan bu yerler soğuktan korunaklı değildir. Çökelek küpleri burada serin yerde saklanır, kışın çıkarılarak, kışlık yiyecekler arasında yerini alır. Anne çökelek küpünü çıkarmak için ahırın avlusuna iner toprağı eşelerken başka bir küpe rastlar. Muhtemelen kocasının yerleştirdiği, yada önceden kalmış bir küptür. İçinde altınlar vardır. Bir keseyi dolduracak kadar alır ve kapatır. Bir daha akibetini bilmez, zaten buna ömrü vefa etmez. Oğlunun yolunu gözlemektedir. Tanrıya dua eder “allahım, oğlumu sağ salim göreyim, canımı al “.
Oğlu birkaç yıl sonra açık görüşte gördüğü kızla çıkagelir. Dünyalar annenin olur. Bir haftalık görüşmenin sonunda, altın dolu çıkını oğluna verir. Çok acı çektin, bununla dünyayı gezmeni istiyorum. Bunun aralarında sır olarak kalmasını ister. Bir yıl sonra anne ölür. Oğlunun evini yeni yaşamını hiç görmemiştir. Çocuk bu sırrı kimse ile paylaşmaz. Annesinin vasiyetini unutmayarak dünyayı gezmeye başlar. Yoksul yaşamına alışık olan çevresi, bu durumu yadırgar. Sorular gelmeye başlar.” Bu paraları nereden buluyorsun, nasıl bu kadar geziyorsun?”. Çocuk durumu açıklayan bir hikaye yazar. İster inan ister inanma. “Bir zamanlar,Bursa da ipek böceği, çok yaygındır, her evde vardır. İpek dokumaları meşhurdur. Hatta İpekçilik diye mahalle bile vardır. Gelir Bursa’ya, bir kız ile tanışır. Kısa sürede ilişkileri gelişir. Kız herkes gibidir, farklı biri olduğu anlaşılmıyordur. Oysa çok zengin birinin kızıdır. Babası meşhur ipekböceği kralıdır. Bunları önceden bilmeyen Musa, büyük aşkın sonu evlilikle bitince her şeyi öğrenir. Artık dönülmez ufkun akşamındadır. Babanın ipek dokuma fabrikası vardır. İki oğlu bir kızı vardır. Abiler fabrikanın başındadır. Musa da fabrikaya gitmeye başlar. Kısa zamanda fabrikada değişimler yaşanır. Örgütlenme, sendika lafları dolaşır. Musa’nın komünizm aşkı kabarmış, işçileri örgütlemiştir. Bunu duyan abiler ve kayınpeder, bir gün damadı çağırırlar. Artık, bu fabrikaya gelme. Her ay maaşın yatacak. Kızımızı al mutlu et, gezdir onu. Böylesi daha iyi işlerimizi bozuyor, zarar veriyorsun. O günden sonra bir daha fabrikaya sokmazlar. Ne yapsın para var, nasıl bitirecek. Başlar dünyayı gezmeye. Bu hikayeye inanlar çok olur. İyi yürekli olanlar, sevinir, ne güzel hayat, tıpkı masallardaki gibi, derler. Bazıları ise sorgulamaya devam eder. “İpekböceği kralının kızı ile niye evleniyorsun.” Ne yapayım aşk bu, ota da konar başka şeye de, dese de , vazgeçmezler. Sen nasıl komünistsin, yoksul biri ile evlenmeliydin. Hele de sen bunu nasıl yaparsın. Soruların arkası kesilmez.
Bir gün eski günlerin anısına toplanıp yemek yiyecekler. Musa, yan masadaki konuşmaları duyar. Hikayeyi bilenlerden birisi yanındakine söylemektedir. Baksana Musa’nın yanındaki kadın ipek böceği kralının kızıymış. Diğeri ne kralı oğlum, o bizim Mehtap, eşimin yurtta oda arkadaşıydı. Musa’nın masal kahramanları bir anda bitmiştir. Geçmişin tanıkları vardır. Aynı durum diğer hikaye için geçerli değildi. Anne bu dünyadan çoktan gitmişti. Kese var mıydı, içinde hala altın var mıdır. Geri kalan küp duruyor mudur, bunu hiç kimse bilmiyor, Musa gezmeye devam ediyor.
Bu hikayeleri okuyup inanan birileri çökelek küplerinin komşusu olan küpü aramaya çıkar mı, artık ne o evler vardır, ne de o insanlar. Hayallerinizin peşini bırakmayın, çil çil altınlar temiz yüreğinizde, hep sizinle, elinizi üzerine koyun, sıcaklığı gelecek, sevgi ile sağlıklı kalın.