Bizler yıllardır acılar çekerek savaşım verdik, veriyoruz. Çocuklarımız özgürlük içinde yaşasınlar diye.
Bir kişi, beş kişi, belirli bir görüş, bir topluluk kuramaz güzel gelecekleri… Zamana sahip olmak gereklidir. Yaşadığımız o değerli dakikalara, saatlere, yıllara… Beklemeden, her şey nasıl olsa düzelir demeden…
Gelecek hepimizindir. Burası kesin. Ama kendi kendine gelen bir gelecek değil. O geleceği bizim kurmamız gerek, bizim biçimlendirmemiz, bizim gerçekleştirmemiz gerek. Bakın Atatürk ‘ün Cumhuriyeti kurmasının üzerinden ne kadar çok zaman geçmiş. Tıpkı rüzgarın otların üstünden geçişi gibi. İz bırakmadan, etkisini duyurmadan. Öylesine sağlam temellere kurulmuş ki Cumhuriyeti ne rüzgar, ne fırtına söküp atamadı yerinden. Önemli olan bugünden yarınları hazırlayabilmektir.
Zaten insanoğlu gelecekten bir şeyler beklemek umudu olmasa yaşam denen şey bir değer kazanır mıydı? Ne kadar karanlık ne kadar umutsuz bir durumda da olsak gelecekten güzel şeyler beklemek bizleri avutur.
Yıllar önce, Anadolu, Anadolu ‘nun insanları, sevgisiz, onursuz, ezilmiş, buruk, çaresiz bırakılmışlardı.
Bir ulus düşünün. Tüm Emperyalist ülkeler alıcı kuşlar gibi her karışını liğme liğme koparıyorlar. İnsanlar sahipsiz, insanlar acılar içinde, insanlar aç ve insanlar çaresiz… Vatanın her bir parçası tutanın elinde kalıyor.
Birileri ise o sırça köşklerinde koyu, karanlık bir suskunluk içerisinde. Görmüyor, duymuyor, bilmiyorlarmış gibi yapıyorlar. Onlar memnun, onlar mutlu. Aman rahatları bozulması da ne olursa olsun… Halktan uzak, halktan kopuk kendi dünyalarında lüks içerisinde yaşıyorlar. Varsın düşman Anadolu’nun bağrına dayasın hançerini…
Umutsuzluk, umutsuzluk, umutsuzluk… Kol geziyor sokaklarda. Günler, aylar, yıllar geçiyor. Umutsuzluk bitmiyor. Umutlar güneş gibi açmıyor, açtırılmıyor… Ama umuttan yana olanların savaşı her şeye karşın bütün gücüyle sürüyor, sürüyordu.
Sonra yiğit, koca yürekli bir adam çıktı. O başı dumanlı dağların ardından. Anadolu’ya sahip çıkmak gerektiğini bilerek. Eğriler eğitilsin. Doğruya gerçek saygı duyulsun. Özgürlük horlanmasın. Toplum durdurulmasın. Kokuşmasın diye.
Daha da önemlisi, yamuk eller, çirkin eller kırılsın, ülkemizden atılsın diye.
Sonra, öyle bir rüzgar esti ki Samsun’dan, taa İzmir’e ulaştı. Boraydı, fırtınaydı, doluydu yağan. Öyle esti, öyle esti ki kattı önüne tüm kötüleri ve kötülükleri İzmir’e vardı, denize dayandı.
Öyle bir güneş doğdu ki, İzmir’in çiçekler açmış dağlarının ardından. Aydınlanıverdi o zifiri karanlıklar… Bir bayram yeriydi Anadolu ‘nun her karışı…
Ve bir gece ” Arkadaşlar, yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz. ” dediğinde çoktan beyninde Cumhuriyeti kurmuştu. Bedel ödemeye hazırsanız, sonuna kadar özgürsünüz demektir. Atatürk bunu biliyordu. Ve bu vatan, bu millet fazlasıyla bedel ödemişti… Ve özgürlük bu vatana çok yakışıyordu.
Temiz, sade ve abartısız bir düş dünyasıydı Anadolu için özgürlük. Ama gerçek olmuştu. Bundan daha güzel, bundan daha anlamlı, bundan daha büyük mutluluk olabilir miydi ?
Bir zamanlar Cumhuriyetin kazanımları bile bizlere az geliyordu. Şimdi düştüğümüz, geldiğimiz duruma bak !.. İçler acısı…
Bu memlekette bugün olan işleri şimdiye kadar yapacaklar değil, tasavvur edecekler dahi gelmemiştir. Bilimsel düşünce diye bir şey kalmadı ülkemizde. Şöyle bir bakıyorum da düşünme çabası, düşünme kaygıları yok. Öğrenilmesi oldukça kolay bir takım bilgileri üstün körü öğrenmişler. Ve bu bilgilerle her sorunun çözülebileceğini inanıyorlar.
Laik Türkiye Cumhuriyeti’nde bilimin ışığını söndürdüler. Oysa biz bu güzel memleketimizde, laikliği tam olarak uygulayamadan, yerleştiremeden ne hallere düştük…
Tüm savunduğumuz değerler bir bir alaşağı edilirken, bizler oturup izliyoruz. Sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi. Gaflet ve dalalet uykusundayız ne yazık…
Bizler ibadetin ve dini ayinlerin ibadethanelerde yapılmasının laikliğin ve anayasanın gereği olduğunu savunuyoruz. Ama ne yazık ki bu ölçü kaçırıldı. İşte bu yüzden de toplum üzerinde baskıların gittikçe arttığını görüyoruz.
Bir kere irtica hortladığı zaman bunu destekleyenlerin de, yobazların elinde kurban olacaklarını görmüyorlar. Bu bakımdan hangi partiden olursa olsun irtica ile mücadelede hep beraber olmak zorundayız. Atatürk ‘ün en güzel yapıtı olan Cumhuriyeti korumak zorundayız.
Biz insanız. Sürünün bir paçası olmamalı, olmayacağız. Tek tek bilinçli bireyler olarak bu savaşımı vereceğiz, vermeliyiz. Ülkemizi, bilimsel bir çizgiye oturtmak, dünyayı, insanı, ülkemizi daha güzele, daha bilimsele doğru değiştirmeye çabalamak zorundayız.
Unutmayın, kişi, üretebildiği, yaratabildiği, çalışabildiği sürece kendine ve çevresine yararlı olacaktır.
Ve bırakır gideriz, gitmek kurtulmaksa !.. Ama gidemeyiz, gitmemeliyiz. Çünkü, devrin gerçeklerine sırt çeviren, göz yuman, kaçan ancak ve ancak en hafif söylemle gafildirler.
Sevgili dostlar, ben gelecek bugündür, bugün olmalıdır diyorum. Ne yapacaksak şimdi yapmalıyız. Umutları, düşleri içinde yaşadığımız bu süreçte gerçekleştirmeliyiz. Yarın çok geç olabilir!…
Unutmayınız, toplumun geleceği, her bireyin çabasıyla biçimlendirilebilir…
Bu bayram hepimizin.
Kutlu olsun.
Bizlere, bu vatanı, vatan yapanlara, başta MUSTAFA KEMAL ATATÜRK olmak üzere hepsine SELAM OLSUN, SELAM OLSUN, SELAM OLSUN.