Eski Bodrum yaşamının tarifi öyle zor ki, kısa bir tarif aradığımda aklıma ilk gelen EKOSANTRİK oldu. Google amca kabaca ve kısaca şöyle özetlemiş.
“EKOSANTRİZM”; bütüncül bir ekoloji yaşamını merkeze alan bir tür evreni algılama metodolojisidir.
Biz de aynen öyle yaşıyorduk zaten…
Bu ekosantrik yaşamımızda günlük gezi motorlarının hatırı sayılır bir etkisi vardı. 60 lı yılların ortalarında, Bodrum turizme balıklama daldığı ekosantrik kasaba yaşamındaki yaz tatilinin büyülü günlerinde, sabahın seher vaktinden hava kararana kadar olan periyod deniz sefası zamanı idi. Önceleri havlusunu omzuna atan şıpıdık terlikleriyle en yakın deniz kenarında mayışıp denizin tadını çıkarıyordu. Ancak uzun yaz günlerinde bu sahil aktivitesi yeterince sükse sağlamıyordu ve insanın daha fazlasını isteme dürtülerinin fişteklemesiyle, üstelik Halikarnas Balıkçısından okudukları Bodrum koylarının efsanevi tariflerini görmek ve yeni keşfedilmiş deniz gezilerini yapabilmek için, “Hadi bizi gezdirsene” ile başlayan, balıkçı ya da süngerci kayıklarına razı olunan günlük gezi destinasyonu başladı.
Tavuğun yumurtayı, yumurtanın da tavuğu doğurduğu bu destinasyonda artan talebi fark eden denizciler önce ellerindeki mevcut kayıkları adapte etmeye ve ardından yenilerini yaptırmaya başladılar.
Geziye çıkma merkezi Liman ve Kumbahçe sahili idi. Öğleye kadar yetişenler bu kayıklara doluşup civardaki koylarda denize girmeye gidiyorlardı. Gece alemlerine takılıp sabaha karşı yatanlar uyanamayıp yetişemeyenler “tüh yahu kaçırdık” deyip Bodrum’un tüm deniz kenarından bizimle birlikte sahilden denize giriyorlardı. Eh yani bizler de kaptanlardan aşağı kalmıyor sahilde çok çeşitli atraksiyonlar sergiliyorduk.
İlk en meşhurlardan, Mehmet CENGİZ Kaptan’ın “HALİKARNASLIM” günlük gezi teknesinin hatıralarımızda ayrıca özel bir yeri vardır. Bodrumlunun çok sevdiği değerlisi Halikarnas Balıkçısı lakaplı Cevat Şakir KABAAĞAÇLI’yı ebedi istirahatgahına yatırmadan önce çok sevdiği Bodrum’un mavi denizinde son turunu yaptırdığımız teknemizdir.
Günlük geziye gitmek sadece koyların muhteşem denizlerine dalmak amacını taşımazdı. Bu amacın yanında egzotik bir gün geçirmeyi de sağlıyordu. Elbette günlük gezileri çekici hale getiren bizim tekne kaptanlarımızdı. Adab-ı muaşeretin yani terbiyeli davranışın doruğundaki Bodrumlu kaptanların espritüel konuşma ve atraksiyonlarının sınırı yok gibiydi ve deniz üzerinde geçen yeni keşfedilmiş bu destinasyonu büyülü hale getiriyorlardı.
Günay Kaptan’ın (Günay Şençiçek) ŞENÇİÇEK günlük gezi teknesi kamarasız ortası boş 6-7 metrelik kayık. Müşteriler teknenin ortasındaki boşlukta sağlı sollu iki sıra yerleştirilmiş oturaklarda tıklım tıklım oturmaktalar. Teknenin arkasında dümendeki kaptan baş tarafa geçmesi gerektiğinde bu teknenin ortasında oturanların arasından geçebilmesi mümkün olmadığından teknenin kenarından yani küpeştesi üzerinden bir nevi cambaz yürüyüşü yaparak geçerdi. Bazen gereklilik bazen de gösteriş olsun diye hepimiz yapardık ve antrenmanlı idik. Ancak o gün Günay abinin küpeşteden baş tarafa geçerken teknenin hafif yalpalaması sonucunda dengesini kaybetmesi ile denize düşmesi kesinleştiğinde bu düşüşe bir görsellik de katan Günay abi tekneye paralel güzel de bir atlayış gerçekleştirip olaya atraksiyon süsü vermişti. Tekneye geri çıktığında “tavsiye ederim abi deniz çok güzel” diye müşterilerine tavsiyede bulunmuştu. Olayı bizlere anlatırken Paralel paralel atladım diye yiğitliğe bok sürdürmediğinden bizim aramızdaki lakabı “Paralel Günay” olmuştu.
Günay ağabeyin kardeşi Ünal Şençiçek ağabey de YASEMİN teknesiyle saz söz darbuka çalgı çengi pür neşe ile yaptığı günlük gezilerde müşterilerine kanka gibi davranır yol boyunca rakılar kadehte sohbet kıyamet bir yolculuk yapılırdı. Günümüzde bile vazgeçemediğimiz günde 200 teknenin ziyaret ettiği Bodrum’a en yakın ve güzel koyumuz Adaboğazı, halk arasında yaygın olarak AKVARYUM diye lanse ettiğimiz koya girişteki sağ tafarta keskin kayalık bir burun vardır ve burnun hemen dibi derindir teknenin altı kıyıya çarpma olasılığı olmadığından gösteriş olsun diye burna çok yakın geçerek müşteriyi heyecanlandırırdık. Ünal ağabey de öyle yakın geçermiş ki geçerken elindeki rakı kadehini burnun kenarındaki kaya üzerine bırakır dönüşte tekrar geçerken alırmış. Elbette müşterilerin eyvah çarpıyoruz, yüreğim ağzıma geldi aksiyonu yaşamasını da sağlarmış.
Necati Kaptan (Necati KOCADON) namı-diyar ŞÖHRET NECO’dan söz etmeden geçemeyiz. O zamanlar da Bodrum günümüzdeki gibi Türkiye’nin şöhretli artistlerinin odak noktasındaydı ancak günümüzden bir farkı vardı. O zamanlar şöhretliler halk arsında ve sık boğaz edilmeden ilgiden bıktırılmadan adeta tanınmıyormuşçasına yani bizler gibi rahat dolaşır ve yaşarlardı. Henüz kendilerine Türkbükü gibi sadece şöhretlilerin (parasal olarak) karşılayabileceği bir ortam yaratmamışlardı.
Mesleğe gemicilikle başlayan Necati ilk teknesi ŞÖHRET NECO ile gezilere başlamıştı. Neredeyse imece usulü meydana getirilmiş, ilk günlerinde sadece ileri ve boş şanzımanlı motoruyla geri geri gidemeyen konforun ne olduğundan bir haber teknesi her gün şöhretliler ile dolup taşardı. Neco neredeyse rezervasyonlu çalışacak halde rağbet görürken Bodrum’a gelip de ŞÖHRET NECO ile geziye gitmeyen şöhretli kendini eksik hissederdi. Doğal olarak basınımız da magazine malzeme ararken objektife giren Neco’yu gazete manşetlerine taşımaya başladılar fotoroman artisti bile olan bizim Necati’ye biçtiğimiz ŞÖHRET NECO lakabı gerçek olmuştu.
Bizim şöhretlimiz Neco hala aynı boyda teknesi ŞÖHRET NECO ile tarzından ve hizmetinden asla taviz vermeden devam etmekte ancak memleketin şöhretlileri sonradan görmeye terfi edip kendilerini toplumdan soyutladıkları için kendilerini bir bölgeye hapsedip kazıklanarak mutlu olurlarken bizim Neco’nun müşterileri artık genel turistimizden oluşmakta.
Ekosantrik yaşamımızda eksantrik olaylarımız da boldu. Eski zamanlarımızda gerek insan gerekse eşya ve malzeme taşımacılığı kara yolu ile bir dönem neredeyse imkansız, bir dönem de çok zordu. Bu nedenle genel olarak taşımacılık deniz yolu ile sağlanıyordu. İZMİR’den gelen yolcu Vapurları ile yapılan taşımacılığın yanında özel tekneler de kullanılmaktaydı. Bodrum’da henüz ihtiyacımız olan tekneleri imal edemediğimizden bu taşımacılık işini genellikle Karadeniz imalatlı “ÇEKTİRME” dediğimiz Laz teknelerine yaptırıyorduk.
Yıl 1962 yine bir Çektirme Bodrum’a mal getirmiş ve de Bodrum’dan mal götürmek üzere limanda beklemekte. Sahipleri iki ortak her ne olduysa anlaşmazlığa düşmüşler ve dargınlıklara varan bu anlaşmazlıkları ortaklıklarının bozulmasına kadar varmış ve tekneyi satmaya karar vermişler. O zamanlar turizm biz geliyoruz diye de Bodrumluya güçlü sinyaller vermekte. Gelen turistler duydukları mavi yolculuk gezisi için fellik fellik tekne aramaktalar ancak piyasada buna uygun tekne yok. Hemencecik de yapılamadığı için tekne ihtiyacı alarm vermekte. Hazır satılığa çıkarılmış bir tekne var. Zamanın girişimci kaptanlarından Fahri ŞAKAR bu tekneyi satın alır. Tekne yük taşıma teknesidir ancak çeşitli tadilatlarla tekneyi mavi yolculuk yapacak şekle getirir ve Kaptanlığını da yaptığı Çektirme teknesiyle Fahri ŞAKAR Kaptan Gökova turistik gezilerine başlar. Tek silindir motoruyla 4-5 mil sürat yapan bu ÇEKTİRME belki de ilk mavi yolculuk teknemiz olması muhtemeldir.
2. Dünya savaşında seferberlik ilanıyla Bodrum’a bir alay konuşlandırılmış. Savaş bitiminde alay geri gönderilmiş ancak kışla bir süre daha canlı tutulmuş ve bu kışlada görevli teskere alan askerlerden bazıları Bodrum’da kalmışlar. Hataylı Memet de onlardan biri. “HATAYLI” lakabıyla anılan Mehmet YAKAR Bodrumlu bir kız (Esma) ile evlenip Bodrumlu oldu. Kumbahçe Mahallesinde otururdu. Yapacak iş olarak kendine piyadeye benzer bir tekne edinip balıkçılık yapıyordu, teknesinin ismi de HATAYLI. Bodrum, turizm baskınına uğradığında ihtiyaç hissedilen gezi turizmine, teknesine kamara ekletip o da girişmişti.
Hataylı, teknesi küçük olduğundan az kişi ve kısa menzilli geziler yapıyordu. Çıktığı gezinin birinde akşam havanın kararmasına yakın Mazı Koyu sahiline yanaşmaktadır. Teknede demir atılmaz, tekne sahile doğru sürat kesmeden gider ve kıyıya baştankara vurur. Yolcular ne oluyor diye şaşkınlıkla kaptana dönüp bakarlar ki. Teknenin arkasında kaptan yoktur.
O zamanlarda teknelerimizin dümeni YEKE dediğimiz dümenin üzerine takılan kolla idare edilirdi ve genellikle tekneyi kullanan teknenin arkasında yekeyi ayaklarının arsına alır ve ayakta dururdu. Hataylı Memet her ne olduysa dengesini kaybedip denize düşmüş. O zamanlar motor çok ortada durur gürültüsünden başka bir şey duyulmazdı. Müşterileri kamara içinde oturmakta ve arkada olanları duyamadığında kaptanın denize düştüğünü ancak tekne karaya vurunca fark etmişlerdi. Hataylı, Bodrumlu olmuştu ancak yüzme öğrenememişti. Yüzme bilmeyen Hataylı Mehmet Kaptan, denize düştüğü geç fark edildiğinden ve kurtarılamadığı için boğulmuştu. Rahmetle anıyorum.
Çocukluk Arkadaşım Hasan Kaptan (Hasan ARSLANSEREN) emekli olup (1994) Bodrum’a kesin dönüş yaptığında eskiden Kangava teknesi olarak görev yapmış turizm baskınında yolcu taşımacılığı ve hatta Mavi Yolculuk yapmış ancak artık gözden düşmüş olan 12 metrelik GÜNERİ YILMAZ teknesini satın alıp günlük gezi yapıyordu ve teknesindeki konforu ancak geçici günlük ihtiyacı karşılayacak kadardı ve fazlasına ihtiyaç da yoktu.
O zamanlar gezinin tadını layıkıyla yaşamak isteyenler teknede lüks aranmaz kaliteli personel arardı. Hasan Kaptan da bu konuda tanıyanlarca tercih sebebiydi. Ve gezisine gelen bazı misafirler Hasan Kaptanı mavi yolculuk yapmaya zorluyorlar, tüm yokuşa sürmelerini boşa çıkarıp geziye mecbur bırakıyorlardı.
Yine böyle bir zorlama sonucu çıktığı gezide haydi bismillah diye yola koyulurlar. Hasan’ın tekne eni dar olarak imal edilmiş olduğundan kamara ilave edilmesi mümkün olamamış ve salonun her iki yanında perdeyle ayrılmış ranzalarda yatılıyor. Ve sadece bir tuvalet kabini vardı onun da kapısı normalden dardı. Mola verdikleri ilk koyda misafirlerimizden bir bayan tuvalete girmek ister ancak maşallahı var 130 kilo civarında iri bir bayan. Tuvalet kapısına sıkışıp Hasan Kaptana seslenerek yardım istemiş. Hasan Kaptan tuvalet kapısına sıkışan misafirini “karın içeri, nefesini iyice ver” diye iyice daralmasını sağladıktan sonra ittirerek sokmuş ve sonrasında tuvaletten çıkacağı zaman da önce tuvalet kabinine giren Hasan kaptan yine aynı komutlarla misafiri omuzuyla ittirerek dışarı çıkartmıştı. İlk gün çekilen bu sıkıntı sonrası motor arızası da meydana gelince acilen başka bir tekne çağırarak misafirlerini daha lüks bir tekneye aktarmıştı Hasan Kaptan ancak “motor arızalanmasaydı misafirler bir hafta boyunca bu işkenceye gıkını bile çıkarmazlardı” demişti.
Emekli olduğum 1996 da kaptanlık ehliyetimi aldım kaptanlık işi arıyorum. Çocukluk arkadaşım Hasan Kaptan da tekneyi satmış ikimiz de boştayız. Hasan’a 17 metre bir Gulet tekneyi çalıştırması teklif edilmiş, Hasan Kaptan da (Hasan Arslanseren) bana, gel beraber çalışalım, daha yeni geldin, biraz alıştırma yap unuttuklarını hatırlarsın diye teklif etmişti. Haklıydı 5 yıl okul 20 yıl da askerlik denizciliğimi biraz hantallaştırmış olabilirdi. O benden önce emekli olup gelmiş işte tecrübe kazanmıştı. Kabul ettim, ikimiz günlük gezi yapıyoruz. Bazen o kaptan bazen ben, bazen ben gemici bazen o, bazen ben aşçı bazen o, iki kaptan ortaklaşıyoruz. Limandaki yerimize yanaşmalarda o daha tecrübeli diye genellikle dümeni ona bırakıyorum ben gemici oluyorum.
Limandaki yerimiz Belediye meydanının önündeki rıhtım. Orası antik iç liman. Eski tarihlerde lodos fırtınalarında iri dalgalar alçak dalgakıran üzerinden aşar liman içinde ortalığı kavururmuş ki liman içinde tekneleri koruyacak bir küçük liman daha yapmışlar. Ancak zamanla bozulmuş yıkılmış ve rıhtımın biraz açığında sığlık bir bölge haline gelmiş.
Söylentilere göre üzerine kale yapılan ZEFİRYA olarak anılan küçük adacık üzerinde Mozolenin yapıldığı M.Ö. 350 yıllarında kraliçe Artemeisia’nın sarayı varmış ve sarayla Mozole anıtı arasında da yer altı tüneli varmış ve bu tünel denizdeki bu sığlığın altından geçermiş. Bu nedenle Arkeolojik SİT alanı diye de buraya kazma bile vurulamıyor diye söylenir biz de inanırız.
Ve bu sığlık nedeniyle bu bölgeye fazla büyük tekneler yanaşamadığından bu rıhtım küçük ve orta boy günlük gezi teknelerine tahsis edilmiştir. Tekneler, ortada sığlık var yandan geç hesabı sığlıkla rıhtım arasından girerek ilerler ve rıhtıma bağlarlar. Elbette demir atmaları gerekir ancak sığlıkla rıhtım arasındaki mesafe yetersiz olduğundan teknenin başını sığlığa dayarlar demiri sığlığın üzerine bırakır geri geri gelir rıhtıma bağlarlar. Teknelerin gemicileri genellikle atletik olduğundan tekne sığlığa başını dayadıktan sonra demir daha iyi tutsun diye gemici baş taraftan sığlığa iner, su diz boyudur demiri/çıpayı sırtlar 5-10 metre yürür ileriye bırakıp geri döner teknenin başından maymun gibi tırmanır girerler.
Buradaki sığlık, yaz günün trafiğinde denizin bulanıklığı nedeniyle görülmez ve Bodrumlu denizciler haricinde pek bilen yoktur. Bu atraksiyon ilk defa görenleri hayrete düşürür ve gülümseterek seyrettirir. Başka bir yerde görülmesi mümkün olmayan eksantrik bir enstantane.
“Bak!… Bak!… Bir adam sırtında çıpayla denizin üstünde yürüyor.”
Biz de her gün aynı usul yanaşıyoruz. Bir gün rüzgar biraz kuvvetliydi demir iyi tutsun diye ben de diğer gemiciler gibi yapmak üzere teknenin başından indim sığlığa ve sırtladım demiri/çıpayı götürdüm 6-7 metre ileriye bıraktım, döndüm teknenin baş tarafından tekneye gireceğim. Sıçrayıp tutundum güverteye, çekerim kendimi yukarı ancak olmuyor, tekne önünün içbükey olmasından ötürü ayağımı dayayacak yer bulamadığımdan, bir türlü güverteye çıkamıyorum. Kollarımın gücü vücudumu güverteye çıkarmaya yetmedi. Sıçrarım, bastonun tellerine asılırım ancak bir türlü becerip tekneye geri giremiyorum. Halbuki ben kendime güvenmiştim ne olacak iki metrelik yere tırmanırım elbet diye. Rezillik diz boyu müşterilerden birkaçı benim çabalayıp çıkamadığımı fark edip elimden tutup çektiler de öylece girebildim tekneye. Elbette komşu teknelerden benim çaresizce çabaladığımı görüp gülüşmüşler. Ve bize komşu teknelerdeki arkadaşlar DİNOZORLAR diye lakap takmışlardı.
O kadar da acımasız olmayın canım sadece biraz antrenmana ihtiyacımız vardı o kadar, 43 yaşında dinozor mu olunurmuş?
Saygılarımla. Ali DİZDAR