80’li yıllar, öğrencilik yılları. Edebiyat, şiir, dans, tiyatro; futbol başta çeşitli spor uğraşlarıyla, güya gizli solculukla yoğun olduğumuz yıllar. Arkadaş çevremiz de ona göre şekillenmiş tabi. Ne yaşasak, tarihi olduğunu düşünüyoruz ve not düşmek istiyoruz.
Bu günün konusu şiir. O nedenle şiir kısmına dair bir şeyler yazmak istedim.
Bol bol okuyoruz. Dünya şiiri, Türk şiiri, bulabildiğimiz kadar Kürt şiiri… Bir yandan yazıyoruz. Yazdıklarımızı birbirimize gösterip görüş alıyoruz. Sert, yumuşak eleştiriler. Uzun, sabahlara kadar sohbetler, çay, sigara…
Sanıyorum 84 yılı içerisindeydik. Kafamda döndürüp durduğum bir “nehir şiir” taslağı vardı. 70’lerden o günkü günümüze, kendi hikayemi şiir diliyle belgeleyecek bir metindi tasarladığım. Bir yandan kişisel muhasebemi yapmaya da destek olacaktı bu şiir.
Yıllar sürdü bu çalışma. Sürekli taşıdığım ajandalara, okul defterlerine, peçeteye, okuduğum kitapların sayfa boşluklarına notlar alıyorum. Uygun bir zamanda o notları şiir yazmak için kullandığım ajandalara, üzerinde çalışarak, kronolojik sıralamasına uygun biçimde geçiriyorum. Fırsat buldukça dönüp üzerinde tekrar çalışıyorum. Belirtmem gerekir ki bu çalışmadan kimseye bahsetmiyorum. Kimseye bir satırını bile göstermiyorum o dönemler. Saklamamın nedeni, iyi kötü denebilecek kadar bile bitmemiş bir şiir için görüş almanın anlamsız olduğunu düşünmem. Velhasılı, hiç bitmeyecekmiş gibi süren bir çalışma… Bitmedi de…
Belki başka bir zamanda anlatmayı düşünebileceğim saçma sapan bir gelişme nedeniyle, 82-89 yılları arasında müziğe, halk danslarına, dans tiyatrosuna, folklora dair yaptığım tüm araştırma ve alan araştırmaları notlarım, şiirlerim, öykülerim, şarkı armonilerim; her şeyim, koca bir kolinin içinde yok oldu. Bahsettiğim nehir şiir de…
Sonraki zamanlarda arkadaşlarımda olan notlardan, eski ajandalardan, tekrar karıştırdığım kitapların sayfa boşluklarından, şimdi komik geliyor, peçetelerden falan bulduğum şeylerle toparlamaya çalıştım ama sonuçsuz bir uğraştı. Sonuçlanmadı.
Uzattım.
Malumumuz, Anadolu insanı, tüm deformasyonuna, tüm dejenerasyonuna karşın bayramlara özel bir önem atfeder; en azından lafta. Kendi kaybı söz konusu olduğunda ilk bayram, ikinci bayram bahsi açar.
Bu olgu, yukarıda bahsettiğim nehir şiirden bölük pörçük bulabildiğim parçalardan bayram’ın konu edildiği buluntularımı getirdi aklıma. Bu haliyle akışkanlığı zayıf kalsa da, bana çağrıştırdığı çok şey var. Sizin için de çağrışımlı bir okuma olabilir umuduyla, bulabildiğim haliyle paylaşıyorum.
HANGİ HASRETLİKTİR ZEHREDER ÖMRÜ
1//
Gecikmiş saatlerde şehrin kenar mahalleleri
Kürt göçerleri ve yoksul işçi aileleri
– Okuyamazdılar bile
camsız pencerelerinden
kuş gibi uçurduğumuz bildirileri –
Bir sarı karpuzu üleşir
yüzlerce yıllık susamışlık
ve tanrısal bir iştahla
kırçıl sakallarına bulaştırarak
salyalarına karışan şerbeti
foşurtuyla ısırırlardı
bu ilahi nimeti
2//
ARİFE
Fabrikalarda dinginlik
havada suskun bir uğultu
Sokaklarda şekerciler
toplamakta
derme çatma, yağmalanmış tezgahlarını
Akşama çözülen günün alacası
iteklemekte
koşuşturan insanları kondulara
kapamakta
gıcırtılı kapıları sokaklara
sesler gitgide kaybolmakta
Duyulur duyulmaz yakınlıktan
bir genç kız sesi, ahenksiz, hırıltılı
konduları kaplamakta
“ Yarimin elleri kanlı da kanlı
Gönül kapıları demir parmaklı
Hasret çeşmelerim kuruyup kaldı
Sinem güvercini uçamaz imiş “
………..
3//
Yarın bayram;
dostluklar, komşuluklar hatırlanır
hüzün yorgunluklara karışır
“küsler barışır
burunları iki karıştır”
4//
Belki birer Mecnun’duk
belki birer akılsızdık kimilerince
-kimilerine göre cesur aptallar silsilesi –
Irmak olup taşandık yatağından
heyecan fırtınasıyla alabora olan gemilerdik
Kimi…
Kimileri…
Kimbilir, belki bir…..
……
Kimbilir
belki bir güzel sevmiştik
kırmızı kiraz bir dudak
koyverip gidivermişti
bizi öksüz bırakarak…
……….
5//
BAYRAM (Bayramın düş edildiği gün)
Çıplaklığa alışkın ayaklarında
gıcır gıcır iskarpinleri
yağmurlu sokaklarda bayram çocukları
Çatapat sesleri yankılanırdı kulaklarda
burada
bu şehirde
geri gelmez ufuklar oynaşırdı gözlerimizde
Burada
bu şehirde
çatapat seslerine karışan çığlıklarımızla
özlem buğuları yükseltirdik
göklerin öfkesine
6//
BAYRAM (Kendisi)
Beyaz bir çaputla bildirdik ölümünüzü
Sırığımızın ucundan savrulan
yazgısıydı ölesiye sevdaların
Bembeyaz bir kağıda
bembeyaz karalanmış bir şiirdi
.
Avlunun ortasında
budaklı kavak tahtaları
İmansız imamsız lifsiz sabunlar
.
Avlunun ortasında
kazanlar kaynadı kapkara…
Karnınızda bıçaklar…
tepemizde kuşların ilahileri
.
Kuşlardan öte yoktu ölümünüzün ağıtçısı
Ne bir nefes, ne bir göz kırpışması
Ooy!.. ne kolay ölüme alışması!
…………………
Eylül 1984 – … 1989 / İZMİR ve ADIYAMAN