1973 yılı, 14 Ekim’de Lise yıllarında ilk seçim heyecanı ile tanıştım.
Henüz oy kullanma yaşında değildim. İşçi, köylü, gençlik hareketi, yetmiş yıllık TKP etkisini ve reformist TİP geleneğini aşarak mücadeleye ivme kazandırmıştı. Bu yükseliş, faşist askeri bir darbe ile engellendi. Yüksekçe bir duvara, Devrim ve Sosyalizm yazan, mücadele önderleri asıldı, katledildi, zindanlara dolduruldu.
1971 Askeri Faşist darbesi olmuş. İşçi köylü gençlik hareketlerinin kazanımları olan 1960 Anayasasının ülkeye fazla geldiğini iddia eden askerler, bazı demokratik hakları budamışlardı. Bu çamurdan çıkmaya çalışan siyasi partiler, bir yarışın içine girdiler.
Devlet partisi olan CHP, İsmet İnönü yerine Bülent Ecevit’i getirerek ortanın solu sloganı ile yarışa girdi. Dağlara taşlara ismi yazılan Karaoğlan, sömürü ve zulme karşı kurtarıcı umut oldu. Sonrası, yaşanan hayal kırıklıkları ne sömürü bitti ne zulüm. Kısa zamanda işçiler, köylüler, öğrenciler kendilerinden başka kurtarıcı olmadığını anladılar, örgütlenmeye başladılar. Fabrikalarda, köylerde, okullarda yüzlerce dernek kuruldu. Kitle mücadelesi yine yönetenler tarafından tahammül edilemeyen seviyelere geldi. Emperyalizm yerli uzantılarına her dönem yardım eli uzatmaktan geri durmadı. Asma, kesme ile duruma çare bulamayanlar, emperyalizmin yeşil kuşak projesine sarıldılar.
1980 askeri faşist darbesi ile yine taş üstünde taş koymadılar. Yine darağaçları kuruldu, katliamlar sayılamaz oldu. Sağ kalanları, yine özel yaptıkları cezaevlerinde ıslah etmeye çalışırken, dışarıdaki boşluğu dinci faşist çetelerle doldurdular. Değişmeyen tek şey sömürü sistemi, asker de gelse, sivil de gelse hep tıkır tıkır işlemek zorunda. Emekçilerin örgütleri, sendikaları, birikimleri dağıtılırken, emperyalistler ve işbirlikçileri bozulan her noktalarını restorasyondan geçirerek daha da güçlendirdiler.
1980 askeri faşist darbesine direnişe geçen örgütlülüğün içinde yer almayı başardım. Bir yıl kadar süren bu örgütlülük dağıldı. Dört yıl kaçarak altı yıl zindanlarda kalarak payıma düşen bedeli ödedim. Sonrası bir bilinmeze açıldı kapılar. 1971 sonrası mücadele önderlerimizin duvara yazdıkları Devrim ve Sosyalizm yazısı asılı kaldı yerinde.
Dışarı çıktığım 1989 yılında yine ülkede seçim vardı, benim haberim bile olmadı. 1991 yılında yine ülkede seçim vardı. Evlenmiş hayata karışmıştım, bir oğlum olmuştu. Seçmen listelerinde ismim yoktu. Aldığım cezanın sonuçlarından biri de seçme ve seçilme hakkının elinden alınmış olması idi. Oğlum bir yaşında idi, durumu fark eden komşular, oğluma, “sor bakalım babana, parmağında neden boya yok, bak hepimizde var” diyorlardı. Oy kullanmak bu kadar değerli hale gelmişti.
Sonunda bu hakkımızı da geri aldık, sayımız çoktu. Sayısız seçimler geldi geçti.
Geçmişiyle hesaplaşamayan bir nesil olarak bizler bu işlerin neresindeyiz? Arkadaşlarımızdan milletvekili, belediye başkanı olanlar oldu. Genel olarak bir yuvamız olamadı. Denize savrulan çiçekler gibiyiz rengarenk yüzüyoruz.
Nerede olursak hala görünüyoruz. En çok kaygılanan, en çok ülkesini seven insanlarız. Ama örgütsüz, dağınık, çaresiz durumdayız. Duvarda asılı kalan Devrim ve Sosyalizm hala yüreklerimizde. Ülkemizin sorunları daha da arttı, sömürü, baskı, zulüm katmerleşti. Üstüne bölgesel savaşlar, din, mezhep, ırk ayrımcılığı, göçler, artarak devam ediyor. Yirmi yıldır son bir kez daha oy verelim, ne olacak diye yürüyoruz.
CHP bir tabela partisi, kitle içinde bir çalışması ve karşılığı yok. Seçimden seçime koltuk kapmaya üşüşen insan topluluğu. Zoru görünce koltuğuna bile sahip çıkmayan tatlı su balıkları. Bir dönem çok dillendirdiğimiz “Reformizm, faşizmin koltuk değneğidir.” sözünün, yaşamdaki karşılığı.
Sol sosyalist olduğunu iddia eden onlarca örgüt var. Hiç birisi geçmişe dönük bir özeleştiri ihtiyacı duymuyor. Hiçbir şey yokmuş gibi kendi dünyalarında mutlular. Bir dönem cinayetlere varan sosyal faşist-Maocu kavgaları gibi savaş yapmasalar da yine de bir araya gelemiyorlar. “Faşizme karşı mücadelede bir araya gelemeyenler faşizmin zindanlarında bir araya gelir”, geçmişte gerçek olmuştu. Mamak’ta TKP’li Jozef ile yan yana yatmıştım, en yakın arkadaşımdı. Gerçi hala ülkede faşizm olmadığı tespitinde bulunanlar yasal zeminlerine kılıf oluşturuyorlar.
Toplumsal çürümüşlükten kurtulmanın yolu faşizme ve emperyalizme karşı birleşmekten geçiyor. Yıllardır kitle mücadelesinde atılan sloganlar vücut buluyor. “Birleşe birleşe kazanacağız”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz.”
Toplumsal duyarlılık normal dönemlerin üzerinde. Emekçiler, kadınlar, gençler arayış içerisinde. Yükselen milliyetçi, ırkçı, şoven, kökten dinci söylemler toplumun her kesimini etkiliyor. Yoksulluğun, sömürünün, hayat pahalılığının sorumluları saklanıyor, hedef saptırıyorlar.
Bütün bunların ışığında, hiçbirinin bize cennet vaat edemeyeceği, sömürü ve baskı düzenin devam edeceğini bilelim. Birisi size karşılıksız bir şey veriyorsa bilin ki dolandırılıyorsunuz. Bari ülkemiz yerinde kalsın, vatansız kalmayalım, yine son bir kez oy kullanalım diye iki haftadır bekliyoruz. En çok feryat figan çırpınan bizim kayıp kuşak, ülkemiz için endişeleniyor. “Ne Amerika ne Rusya, Bağımsız Türkiye” hala güncelliğini koruyor. “Faşizme ölüm halka hürriyet” ve “Yaşasın Devrim ve Sosyalizm”, duvarda asılı duruyor.
Biz de toplumun birleştiği yerde, seçimde bir kez daha Kılıçdaroğlu diyeceğiz.
Haydi Sandığa, Haydi Özgür, bağımsız Türkiye. Ya İstibdat ya hürriyet.