Ali Özenç Çağlar
Almanya yıllarımda, tıpkı burada olduğu gibi, vefalı vefasız, kimi hoş sohbet, kimi boş, çekilmez, kimi zeki, kimi sivri akıllı, ama hepsi de güzel şeyler üreten arkadaşlarım vardı. Bana göre hepsi de müthişti; evet, çeşitli kusurlarına karşın hepsi de yazma çabası içinde olan insanlardı. Bunların tümü, yazarlığı yaşam biçimi haline getirmişlerdi. Ama istisnasız. Bugün kimilerinin üç, kimilerinin beş, kimilerinin de onlarca kitabı var. Kimi Almanya’da, Avrupa’da ünlendiler, kimileri ise Türkiye’de hepimizin tanıdığı birer yazar olup çıktılar. Şu an hatırladıklarımdan bir kısmı, Özkan Mert, Habib Bektaş, Hasan Oğuz, Sırrı Ayhan, Mevlut Asar, Ahmet Sefa, Murat Tuncer, Lale Gül, Haydar Eroğlu, Kemal Yalçın, Halit Ünal, Şakir Bilgin, Atilla Keskin, Molla Demirel, Orhan Bahçıvan, sadece birkaçı. Bunların içinde tabi ki çokça ödül alanlar da oldu. Bir de Almanya’da ünlenenler var. Onlardan bazıları: Güney Dal, Vehbi Bardakçı, Doğan Akalın, Yüksel Pazarkaya, Akif Pirinççi, Renan Demirkan ve daha birçoğu tabi ki..
Bu, yukarıda adlarını saydığım arkadaşlarımızdan biri de öykücü Osman Engin. Kulakları çınlasın; Osman Engin 12 yaşında Almanya’ya gelmiş ve ilkokul dahil, eğitimini Almanya’da tamamlamış biridir ve o yüzden de öykülerini Almanca olarak yazar. Fakir Baykurt’un da olduğu bir toplantıda şöyle demişti. “Bazı kibirli yazar arkadaşlarımız bir iki yazıları dergilerde çıktığında, ya da bir iki kitabı yayınlandığında havalarından geçilmiyor ve hatta kendilerinde her konuda söz söyleme hakkını görenler bile var. Tabi siz de bunlara bakıp, “yahu şu yazarlık ne menem şeydir böyle?” diyerek, merak içinde çevremizde toplanıp bizlere özenerek bakıyorsunuz. Oysa bizim sizden hiç, ama hiçbir farkımız yok. Örneğin, siz ne kadar akıllıysanız, bir de o kadar akıllıyızdır herhalde. Ayrıca, siz ne kadar eğitimliyseniz biz de o kadar. Yani bizim, şu köşedeki bakkaldan, bakır döven bakırcıdan veya bir marangozdan, terziden hiç de bir farkımız yok! Tek farkımız, işimizde, yani yazmada yoğunlaşmamız, bir de yazmanın kitap okumadan, çok araştırıp okumadan yazılmayacağını bildiğimiz için başarılı oluyoruz sanırım. Hani demek istediğim, içinizde yazar olmak isteyen varsa, hemen bugün başlayabilirsiniz. Söylemek istediğim şu, bizler farklı bir kumaştan falan değiliz yani, yeter ki yazmanın bilincine varın ve onun bir disiplin işi olduğunu kavrayın…”
Oradaki konuklar bu içten, samimi itirafı o kadar çok sevdiler ki, hayli alkışlayanlar oldu. Şimdi ben, yakından tanıdığım, yazdıklarını sıkça gördüğüm, okuduğum arkadaşlara, “Az okuyorsunuz, biraz daha usta şairleri, çağdaş dünya şiirini, şairlerini okumalısınız.” deyince, “Hocam vallahi okuyoruz!” diyorlar. Oysa yazdıkları şiirler bunun aksini söylüyor. Yeni hiçbir sözcük katmıyorlar şiirlerine, o güne kadar dağarcıklarında ne varsa onları evirip çevirip kullanıyorlar. Ve tabi şiirden biraz olsun anlayan bunu kolaylıkla fark edebiliyor. Çünkü çok okuyan bir insan her yazdığında biraz daha yol kat eder ve onu takip edenler de bunu belirgin bir şekilde, kullandığı yeni sözcükler ve yeni söylem biçimleriyle kendilerini ele verirler; güzel şiirler – yazılar da işte böyle çıkar ortaya, onu bunu taklit ederek veya onlar gibi yazmaya çalışarak değil. Örneğin bir Nazım Hikmet var zaten, onun gibi yazamazsınız, bir Ahmet Arif, bir Cemal Süreyya, bir Orhan Veli, bir Gülten Akın var ve onların hepsi de kendi şiirlerini yazdılar. Önemle olan siz de kendi şair kişiliğiniz, kimliğinizle kendi şiirlerinizi yazmanızdır, gerisi boş…
Burada ben size küçük bir tüyo vereyim isterseniz: Ben ne zaman bir şiir, ya da yeni bir yazarın güzel bir öykü kitabı okusam, hemen içimde bir yazma isteği doğuyor. Sonra hemen hiç ertelemeden oturuyorum bilgisayarın karşısına, başlıyorum yazmaya. Başlangıçta yazdıklarımın nasıl olacağı önemli değil. Çünkü biliyorum, eğer yazılarıma ne kadar emek verirsem, o kadar güzel şeyler çıkacak ortaya. Çünkü verilen emek hiçbir zaman kendini inkâr etmez ve bir gün size ödülünü verir.
Yine Fakir Baykurt’un bir sözüyle bitirmek istiyorum yazımı. O şöyle derdi: “Sakın hafta sonu yazarı olmayın. Yani, “hafta sonu gelsin de o zaman yazarım.” demeyin. Hafta sonuna kadar kafanızdakilerin hepsi de uçar gider. Düşünceleri kağıda dökmediğiniz takdirde, onlar anında kaybolur.” Gerçekten de öyle. Yazmak asla ertelemeye gelmez. O yüzden “söz uçar yazı” kalır demişler…