Kesilen hayvanlar, akıtılan kanlar, içleri kestikleri “kurban” etiyle doldurulacak buzlukların haftalar öncesinden temizliği… Birileri bir parça et getirse de hiç olmazsa senede bir midemiz bayram etse beklentisindeki fakirler… Ta (resmi buluntularla) Mezopotamya’dan sürdürülegelmiş gelenek…
Neyse… Uzatmayayım. Hasan hocam da bayram kutlamış, kafama yattı doğrusu! Bakalım neler demiş, neler yazmış…
BİR “BAYRAM MESAJI” DA BENDEN:
BAYRAM VE SALAKLIK
“Salaklık!” dediğimde ya kızıyor ya da alınıyorlar! Kızsınlar, alınsınlar! Salaklık işte! Var mı ötesi?
Konu, şu her sefer gündeme gelen “bayram” konusu.
Ezenle ezilenin; sömürenle sömürülenin; katille kurbanın; zenginle yoksulun; tecavüzcü ile tacize uğrayanın; maço erkek egemen sistemin sahipleri ile ikinci cins olarak görülüp ezilen/horlanan/katledilen/sürekli şiddete maruz kalan kadınların; özgürlükleri gaspedenlerle özgürlükleri ellerinden alınıp hapsedilenlerin; köle sahipleri ile köleleştirilenleri;, kitle katliamcılarıyla katliama uğrayanların… ortak bayramı mı olur? Olur deyip böyle biribirinin bayramını “kutlayanlar”, ya sinsi ince hesaplar ve çıkarlar peşindeler ya da çok saf salaktırlar!
Kurtla kuzunun ortak bayramı mı olur? Kurdun bayramı kuzuyu yakalayıp bir güzel ziyafet sofrası kurması, kuzununki ise kurdun saldırısından kaçmayı başarıp anasının yanında olabilmesi değil midir?
Milyonlarca işçi ile bunların emeğine, artı değerine el koyan burjuva sınıfının ve hizmetçilerinin/koruyucularını bayramı ortak olabilir mi?
Hangi egemen sınıfların çıkarına hizmet etmesi için uydurulan geleneğin dini masallarla bezenip bugüne gelmesini bilmeden, merak edip araştırmadan bir sürü gibi peşine takılanların, kurban bayramı da dahil, nasıl uyuşturulup uyutulmuş olmaları ve bu şartlara bağlı böyle bayram kutlaması salaklık değil mi?
Hele hele çok şey bilip çok güzel, çok ileri, çok yüksek politik çözümleme yapıp sonra da “Herşeye rağmen yine de halkın/emekçilerin bayramı kutlu olsun!” demek, veya “Gerçek bayramlarda buluşmak üzere halkımın bu bayramını kutluyorum!” yollu açıklamalar yapmak salaklık değil mi? Hani, hem materyalist ve bir de “ateist” olup yine de umut etmek anlamında “İşi Allah’a bırakıp” “İnşallah!” deme salaklığı gibi!
Şimdi bu notların ardından, Lenin’in “Devrim, ezilenlerin şölenidir” sözünü, “Ezilenlerin bayramı, devrim şölenidir” şeklinde de okuyabiliriz.
(Bunları böyle yazmamın nedeni, “bayram”ın birinci gününden itibaren, sıradan/bilinçsiz kimseleri geçtim, kendisine “sosyalist”, “materyalist”, “ateist” vb. diyen nice “face arkadaşlarım” da yapıyorlar da, ondan.
Eminin şimdi bu saptamaya/eleştiriye/uyarıya bir dizi “beğendim” gelir.)
…
Altındağ YDGD kurucu üyelerinden ilkokul mezunu Ali Boyraz’a saygıyla özlemle…
Altındağ YDGD kurucularından, ilk kurucu yönetimin iki başkan yardımcısından biriydi Ali Boyraz. Yönetim içi toplantıda da önerildiğinde severek, sevinerek kabul etmiş, seçilmişti. İlkokul mezunu, Yenidoğan, Çinçin, Telsizler’de amcaoğluyla pamukşeker, elmalışeker satarak geçimini sağlardı. Kalabalık sayılacak ailenin gereksinimlerini sağlamaya, kendinden küçük üç kardeşini okutmaya çalışırdı.
Tek odalı gecekondularına karakuru ama güçlü Elif Ana, amcaoğlu Bozo Hakan’la üç kardeşi daha sığar, üstüne üstlük kapıları tüm yoldaşlarına açık tutulurdu.
Sokak dondurmacısı Sivaslı hemşerisi Dondurmacı Bıyık Hacı’yla o sokak senin bu sokak benim satışlarında Altındağ Halkına bildirilerinin, broşürleriyle gazetelerinin satışının, dağıtımının propogandacıları olurlardı.
Okuma yazması yavaş da olsa yazılı dağıtımların yanı sıra sözlü olarak da en basite indirgeyerek sorunları anlatması gelişkin bir özelliğiydi, Ali’nin anladığını, kavradığını anlatması hiç uzun sürmezdi. Gerek Altındağ YDGD seminerlerinde iri gözlerini daha irileştirerek dinlemesi, gerek haftalık gazetesini satır satır okuyarak öğrenmesi anlatımını zenginleştirirken, Ali Boyraz, propogandacılığı gelişen bir yönetici olmuştu kısa sürede. En saf, temiz, inançlı haliyle katılırdı tüm faaliyetlere. Yüzünden tebessüm eksik olmazdı. Yönetimden bir yoldaşı yakalandığında tüm yönetim topluca karakola giderek bizi de alın nezarethaneye, diyecek denli bağlıydı birbirine, Ali Boyraz da mutlaka içlerinde, önlerinde olurdu. İkna edici, karşıdakine güven verici duruşu, gerektiğinde susuşu 23 yaşında asker kaçağı olarak askere alınana dek sürmüştü Ali’nin.
Askere alındıktan bir süre sonra şubat 1980’de bir kazada öldü haberi gelince şokelenmişti ailesi. Nerede, nasıl öldü sorularının yanıtı; askeriyede hiçbir bilgi verilemez, olmuştu. Araştırılamamıştı. Soruşturulamamıştı.
Ölümünden bile çok yıl geçti, en azından Altındağlılar unutmadı. Halkın örgütlenmesinde, Altındağ’ın yozluğa, kötülüğe karşı mücadelesinde, bilinçlenmesinde önderlerden birisi olarak katkısı büyük Ali Boyrazlar gibi isimsiz kahramanları saygıyla anıyorum.
…
ADAM OLMAK…
NE KADAR ADAM-IM-IZ?
Gazi üniversitesinden arkadaşımla yıllar sonra (20 yıl önce) rastlaştığımızda ilk sorusu, “kaç evin, kaç liran var,” oldu…
İyiydi, yiğitti 76’larda. Bu birlikteliğin rahatlığıyla, şey…leyerek,
“yok,” dedim.
“burada da mı yok?”
“kiracıyız…”
“en azından bir yazlığın?”
“hıh, yok…”
“ulan,” demişti, “bir adam olamamışsın!..”
Utanmıştım!.. Düşünememiştim… Faaliyetler… Cuntaya karşı… Cezaevindekilerle dayanışma… Haksızlık… Eşitsizlik… Zorbalık koşturmacalarından…
“Ama,” demiştim mülksüzlüğün ezikliğinde, “sığınmacılık… Asgari ücret… Eylemler… Yol paraları… Bağış kampanyaları… Gene de üç beş kitap yazdım, bazen gazetelere yazılar, haberler…”
“karın doyurmaz. Başını içine sokabileceğin bir ev değildir kitap mitap… “ demişti.
Bekliyordu ki, senin bir şeylerin… Der demez, sorumu bitirmeden,
Dikleniveren omuzlarla, “benim var… Bir spor mağazam, bir evim, yazlığım, bir de elbette şu model, bu marka bir arabam..”
Bir aylık hollanda seyahatinde aramamıştı bir daha… Belki de konuk olduğu gene bir eski arkadaş aratmamıştı! Üç katlı, bilmem kaç odalı, müstakil tapulu evine uğramamı istememişti!
Belki de, onlar çulsuz, görüyorsun işte, bağış kampanyamız var… Diyerek yolarlar bizi… Demişti!..
AHMET SEFA