Mevlüt KAPLAN
Ankara Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezun vermeye başlayınca en çok sevinen Köy Enstitüleri’nde okuyan öğrenciler oldu. Çünkü her iki tarafta köy kökenliydi. Birbirlerini çok iyi anlıyorlardı.
1946’da İvriz Köy Enstitüsü’nün ikinci sınıfına geçmiştim. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü bitirenlerden bir grup öğretmen de bize verilmişti. Bunlardan Rahim Ünüvar’ı, Abdullah Özkucur’u, Mustafa Saatçi’yi, Hüsnü Sağlık’ı, Şerif Yalman’ı, Refik Öcal’ı anımsıyorum. Hepsi de alanlarında donanımlı insanlardı.
Abdullah Özkucur Türkçe öğretmenimizdi. Yapı işlerine de bakıyordu. Farklı bir öğretmendi. Okulun kamyonu ile Ereğli’ye gidip gelmek isteyen öğretmenler sıraya girdikleri halde o dört saatlik yolu yürüyerek gidip geliyordu.
Derste okuma yaptırdığı, kompozisyon yazdırdığı ve sözlü anlatıma kaldırdığı öğrencilerine değerlendirme notunu kendilerine verdiriyordu. Kendisini düşük notla değerlendirenlere “senin hakkın bu değil, yükselt,” diyordu.
***
İvriz Köy Enstitüsü’nde sonbahar ve sonrasında sık sık esintili yağışlar olurdu.
Abdullah Özkucur böyle rüzgarlı, yağışlı bir günde dersimize gelmişti. Tavandan tabanda bulunan kovalara su damlıyordu. Durumu görünce şaşırmıştı…
“Tavan akacak, biz de üstümüze damlalar düşe düşe ders işleyeceğiz öyle mi?” dedi.
Birden omzundaki çantasını, sırtındaki ceketini çıkarıp, öğretmen masasına koydu. Sınıf arkadaşlarımızdan Bayram Erdoğan ile Faruk Canatan’ı çağırdı, dışarıya gitti.
30 dakika sonra dersliğin tavanı damlamaz olmuştu.
Abdullah Özkucur yanında götürdüğü iki arkadaşımıza depodan merdiven ve kiremit aldırıp akan yerleri akmaz yaptıktan sonra:
“Artık derse başlayabiliriz,” demişti.
***
Enstitüde Cumartesi akşamları çevre köylülerin de katılımı ile eğlence düzenlerdik. Türküler söyler, halaylar çeker, orta oyunları oynar, şiirler okur, fıkralar anlatırdık.
Bir akşam Abdullah Özkucur’dan da şiir isteyen arkadaşlarımız oldu.
Bazıları; “Dünya!… Dünya!…” diyerek, alkış tuttu.
Öğretmenimiz gösterişi sevmiyordu, alçak gönüllüydü, alkışlarla sahneye çıktı. Kısa bir girişten sonra uzun sayılabilecek Dünya adlı şiirini okudu. O günden sonra Abdullah Özkucur’un adı “Dünya Öğretmen” oldu.
***
1947’de İvriz Köy Enstitüsü’ne Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ni bitirmiş öğretmenler de geldi. Giyimleri, kuşamları çok düzgündü. Artist gibiydiler. Bazıları bizi yadırgıyordu. Azarladıkları, düşük not verdikleri, dövdükleri bile oluyordu. Hepsi bekardı. Öğretmenler için yapılan evlerden birinde kalıyorlardı.
Yüksek Köy Enstitüsü’nü bitirenlerle Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ni bitirenler arasında bir akşam tartışma çıkmış. Birbirlerine “komünist, faşist” dibi suçlamalarda bulunmuşlar. Kısa bir süre sonra bu öğretmenlerden çoğunu göremez olduk.
***
Abdullah Özkucur’da olmayanlar arasındaydı. Bazıları askere, bazıları da başka okullara gitmişti. 1948’de biz de öğretmen olmuş, köylere dağılmıştık.
Abdullah Özkucur, Remzi Özyürek’in müdürlüğü sırasında 1937’de açılan Eskişehir Mahmudiye Köy Öğretmen Okulu’na Konya Beyşehir Üzümlü Manastır köyünden gelen ilk öğrencilerden biriydi. İsmail Hakkı Tonguç’un istediği nitelikte yetişen saygın öğretmenlerden biriydi.
1983’te Öğretmen Olacağım, 1985’de Köy Enstitüleri Destanı, 1990’da Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü adlı kitapları yazmıştı. Ben de kitap yazıyor, okullara, öğretmen arkadaşlarıma armağan ediyordum.
Araştırmalarımın sonunda öğretmenimin Antakya’da olduğunu öğrendim. Antakya merkez okullarından Mustafa Kemal, Soğuksu, Antakya, Feridun Tınaztepe, Vali Utku Acun ve Gazi ilkokullarına birer paket kitap yolladım. Bir süre sonra da Abdullah Özkucur öğretmenime bir mektup yazdım:
“Öğretmenim Antakya merkez ilkokulları müdürlerine birer paket armağan kitap yolladım. Kendilerini ziyaret et, o kitapları gönderen Mevlüt benim İvriz Köy Enstitüsü’nden öğrencim, diyerek çaylarını iç,” dedim.
Çok geçmeden öğretmenim yanıt verdi. Şöyle yazıyordu:
“Bir gün İzmir Kadifekale’de oturan kardeşimi ziyaret etmek istedim. Uzun süren tren, otobüs yolculuğu yaptım. İzmir Basmane’den Kadifekale’ye tırmandım. Akşamın karanlığında kardeşimin evini buldum. Işıkları yanıyordu. Üç kez zile bastım, kapıyı açan olmadı. Sessizce oradan ayrıldım. Yokuş aşağı Basmane’ye indim, dinlenmeden ilk trenle Antakya’ya geri geldim.
Anlayacağın ben acayip bir yaratığım. Evden çıkmıyorum. Okullara da gidemem.”
Ne diyebilirdim öğretmenim kendine özgüydü.
***
İzmir’de Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği var. Benden İvriz Köy Enstitüsü ile ilgili bir kitap yazmamı istediler. İlk işim öğretmenim Abdullah Özkucur’a telefon açmak oldu.
İvriz anılarını istedim.
Kulakları az işitiyordu. Anlaşmada çok zorlandık.
“Hastayım yazamam. Yol hazırlığı yapıyorum, habersiz gidersem şaşırma,” dedi.
Çok üzülmüştüm.
“Yapma öğretmenim,” diyebildim.
***
Öğretmenimin de içinde bulunduğu 33 arkadaşımızla 1996’da Ankara’da Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı’nı kurmuştuk. Şimdi vakfın Başkan Erdal Atıcı’dan; Abdullah Özkucur’un 100 yaşına girişi nedeni ile bir armağan kitap çıkarılacağı haberini aldım. Öyle çok sevindim ki anlatamam.
***
Ah benim Anadolu Gandhi’si, altın yürekli öğretmenim!…Ellerini öpmek isterim. Biliyorum öptürmezsin. Size yapılan her güzelliğe layıksınız.
100. yaşınızı yürekten kutluyorum.
Sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.
Nice sağlıklı uzun ömürler diliyorum.
NOT: Yukarıdaki yazı 3 yıl önce yayınlanan “Abdullah Özkucur’a Armağan” adlı kitaptan alınmıştır.