Romanya gibi istisnalar hariç Avrupa’nın genelinde ortaöğretimde haftalık ders saati 30 saat ve altıdır. Bizde ortaokullarda 35, liselerde 40 saat ders okutulur. Öğretmenlerin çalışma saatleri de doğal olarak ortalamanın üzerinde. Buna rağmen PISA sıralamasında payımıza düşen 40’ıncılık(!) Neden?
Nedeni kısa kısa anlatmak güç. Mesela göstergeler biçimsel olduğu için yanıltıcı da olabiliyor. Kimi okullarda derslerin rahatsız edici seviyede boş geçtiği, okulların temel ihtiyaçlarının karşılanamadığı, çoğu yoksul öğrencinin başka işlerde çalışıp derslerini aksattığı görülebilir. Sürekli değişen ancak bir türlü arzu edilen düzeyde gelişme sağlayamadığı için nihai sitem olarak ifade edilemeyen eğitim sisteminin yapısal ve fiziki sorunları var. Ancak daha önemli sorunlar da var. Eğitim camiasının dağınık ve parçalı yapısı.
2000 öncesinde dershaneler okullardan öğretmen transfer eder, haftada 15 ders karşılığı sözleşme imzalanır, girilecek her ek ders için makul düzeyde bir tutar sözleşmeye eklenirdi. Şartlar her bakımdan milli eğitimden iyi olurdu. O yıllarda özel sektör öğretmenleri için sendika da yoktu.
Plansızca açılan üniversitelere ve geometrik seri gibi artan mezun sayısına karşın seneler içinde kadrolu öğretmen alımları düşürüldü. Sayıları yüz binleri aşan öğretmen adayları stajyerlik adı altında sömürüldü, geri kalanlarsa özel eğitim kurumlarında haftada 60-65 saat ders vermek zorunda bırakıldı.
Dershaneler de bir bir kapanınca işsiz kalan öğretmenler bu defa üç harfli marketlerin bel kemiği oldu. Böylece öğretmenlere yönelik ahali nezdinde kamu-özel ayrımı derinleşerek kalıcı hale gelmiş oldu.
Gel gelelim kamuda çalışan öğretmenlerin koşulları da günden güne zorlaşıyordu. Vekil, ücretli, sözleşmeli ve kadrolu öğretmen ayrımı personel barışını yerle bir etti. Liyakatsizlik öyle bir hale geldi ki öğretmen tayininde fen lisesi-meslek lisesi ayrımı dahi kalktı. Ek derslerde branşın önemi kalmadı. Partizanlık, kariyer tayininde temel kriter haline getirildi.
Sonuç olarak öğretmenler mesleğini icra edemez hale geldi. Aidiyet duyguları paramparça edildi. Toplumu aydınlatması gereken sayıları milyonu aşan öğretmenler kabuğuna çekildi. Bakanlığın kendileri ve eğitim aleyhinde olan birçok yanlış uygulamasına boyun eğdiler. Binnetice bugün öğretmenlerin üye olduğu en güçlü, en kalabalık ve tek yetkili sendika bakanlığa öğretmenin zorunlu ders saatini 30’dan 40’a çıkarmayı teklif edebiliyor. Ayrıca bakanlık ÖMK diye kendince tasarladığı sorunlu bir meslek kanunu kariyer planlaması adı altında dayatabiliyor, üstelik öğretmenleri tek bir sınava tabi tutarak.
Normal şartlarda topluca istifa edilmesi gerekirken cılız homurdanmalar dışında tepki vermiyor, veremiyorlar. Özetle örgütlü değilse, fertlerinin salt bilinçli olması, bir meslek grubunun çalışma şartlarının kötüleşmesini engellemek için yeterli bir kriter değildir. Örgütlenmenin önündeki en ciddi engel İfade özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Sorunlar dile getirilemezse, çözüm yolları bulunamaz. Dolayısıyla bir çözümün etrafında kenetlenerek görev ve sorumluluk alınamaz. Kısacası örgütlenme olmaz. Koca bir topluluğun yalnız bırakılan alfa bireyleri de yükün altından kalkamaz.
Seyfi Elçiboğa