” Aslında O’nu hiç görmedim. Yüz yüze gelmedim. Ama O’nu tanıyorum. Sesini cızırtılı bantlardan dinledim. Hep siyah beyaz filmlerde gördüm. Yüzünü, çelik bakışlarını şiirlerde okudum. O’nu yaşıyorum. Özlü sözlerini okudum köşe başlarında. Adını her sabah okul sıralarında andım. Şimdi bunca yıl sonra O’nunla son yolculuğa çıkıyorum bir kez daha. O’nun geçtiği yollardan geçiyorum. Yollarda bıraktığı anıların izini sürüyorum. Çektiği acıları ruhumda taşıyorum.
O’nu arıyorum. “
Can DÜNDAR ‘ın “Sarı Zeybek ” kitabının başına koyduğu bu yazıyı okuduğumda çok etkilenmiştim. 83’cü ölüm yıldönümünde yazdığı bu metin bence O’nu anabilecek en güzel anlatım olmuş.
Ölümde yaşam kadar gerçek… Her ölüm erken ve acı. Hem de çok acı…Hele böyle topluma mal olmuş, topluma büyük emekler vermiş insanların ölümü ne yazık ki toplumda derin yaralar açıyor.
Lokman Hekim ‘i hepiniz bilirsiniz. Hani şu bitkilerin dilinden anlayan. Onları toplayıp, kaynatıp insanlara şifa diye sunup, iyileşmelerini sağlayan.
Rivayet odur ki, Lokman Hekim yine bir gün Çukurova da böyle bitkileri toplamak amacıyla dolaşıyormuş. Çok yorulmuş ve bir ağacın altına oturup dinlenmek istemiş. Bir ara uyuya kalmış. Uykusunda bir ses ” Lokman, kalk ve beni kopar. Ben ölümsüzlük otuyum.” Deyip duruyormuş.
Lokman Hekim, ürpererek uyanmış. Ve tam karşısında ölümsüzlük otunu görmüş. Hemen onu koparıp, kara kaplı defterinin arasına koymuş. Yola koyulmuş.
Tam Seyhan Nehri’nin üzerine geldiğinde Cebrail ‘ le karşılaşmış. Biraz konuştuktan sonra tam yürümeye başlayınca Cebrail koluna hızlıca dokunuvermiş. Ve kara kaplı defter Seyhan Nehri’nin sularına düşmüş. Yine rivayet odur ki, ölümsüzlük otu da Seyhan Nehri’nin sularında yitip gitmiş.
İşte şimdi tıpta kullanılan bitkilerin çoğu bu kara kaplı defterden kalanlar sayesindeymiş.
Bu bir efsane. Ne var ki efsaneyi, efsane diye atamayız bir kenara.
Bana göre Lokman Hekim “ölümsüzlük otunu” bulmuş ve insanlığa sunmuş. Baksanıza gala Lokman Hekim ‘den söz ediyor ve O’nu saygıyla anıyoruz.
İşte Atatürk ‘de bu ölümsüzlük şerbetinden içmiş. O nedenle de hala bizimle yaşıyor…
Demem o ki, topluma yararlı yapıtlar bırakan insanlar ölümsüzlüğü yakalayabilen insanlardır. Şimdi soruyorum sizlere Atatürk ölmüş müdür? O’nu öldürmeye, yok etmeye çalışanlar, bilmiyorlar ki yarın bu ülkenin yarınlarında yok olup gidecekler.
Tarihe damga vurmuş bu yiğit, bu kahraman, bu korkusuz insanların ölümleri, dokunaklı, erkekçe söylenmiş yanık bir türkü gibidir. Ilık ılık dalgalanır durur bu topraklarda. Türkü türkü, destan destan…
Bu vatan, bu canım vatan, bu topraklar, bütün ırkları bağrına basacak kadar sevecen ve özverili bir anadır.Onun için Anadolu denmiştir.
Anadolu’nun ekmeğini yiyip, suyunu içtik yıllar yılı. Geçmişe dönük özlemlerimizi, acılarımızı yüreğimize gömerek… Ama biliyorduk ki bu topraklar cömerttir. Bu topraklar vefalıdır. Daha nice umutlara, nice güzelliklere hepsinden önemlisi güneşli güzel günlere gebedir.
İşte tam da böylesi bir dönemde çıktı ortaya Atatürk. Umut oldu, güneş oldu, vefa oldu. Kısacası dostlar bir çiçeğin tohumu, bin ağaca can oldu. Bir yüreğin destanı binlerce orman oldu…
Bugün de öyle bir dönemden geçiyoruz. Atatürk’e çamur atanlar, küfredenler, tarihini yadsıyanlar. Yani dününden ders almayanlar bilsinler ki bu vatan, bu topraklar cömert. Özgürlük öyle kutsal bir ateştir ki sönmez, söndüremezsiniz.
Halkıyla bütünleşmiş, iç içe olmuş bir lider her zaman başarır. Zaten Atatürk ‘ün büyüklüğü de ne yaparsa yapsın halkıyla birlikte hareket etmesidir.
Birgün Çankaya ‘da çok bunalmıştır. Her gelen komutan,
Paşam erzak bitti.
Paşam asker aç.
Paşam silah yok, mermi yok.
O yok, bu yok, yok, yok, yok…
Paşa bunalmış, paşa çare arıyor, ne yapacağını şaşırmış durumda.
Tam bu sırada Ankara’nın köylerinden birinden bir yaşlı, Atatürk ‘ü görmeye gelir.Hemen huzuruna alır. Yaşlı adam, gün görmüş, oldukça bilgeymiş.
Paşam, sizi üzgün ve yorgun gördüm demiş.
Atatürk durumu anlatmış. Yaşlı adam, gülümseyerek,
Paşam, size bıldır bir gül fidanı getirdiydim. Onu toprağa ektiniz mi? Suladınız mı? Dibini çapalayıp, havalandırdınız mı? Büyüdü mü? Çiçek açtı mı? Çiçeğini bi yol kokladınız mı? Demiş.
Atatürk ‘ün birden gözleri parlamış. Buldum demiş.
Sevginin alamayacağı engel yoktur. Özgürlük sevgisini ve ateşini bir kez insanların yüreğinde ateşlediniz mi?… Hiçbir güç bu inancın ve sevginin önünde duramaz. Koşullar ne kadar ağır olursa olsun, hiçbir engel güneşli, güzel günlerin gelişini engelleyemez.
Atatürk, halkıyla birlikte çıktığı bu yolda başarıya ulaşacağına inanıyordu.
Atatürk neden mi büyük? Çünkü O, bizden biri. Bizi anlayan, seven, güvenen, ülke sevdalısı bir lider. Ne yaparsanız yapın O’nu öldüremezsiniz… Çünkü güneş, balçıkla sıvanmaz. Ve her sabah yeniden, yeniden doğar…
Her On Kasım geldiğinde sokaklarda, yolda, tarlada, evde, otobüste, aklınıza gelen her yerde yaşam bir dakikalığına durur.
Ve O’na saygı duruşunda bulunanlar biliyorlar ki, O, hep bizimle. Dün öyleydi. Bugün de öyle. Yarın da öyle olacak.
Işıklar içinde uyu güzel Atam.
Bekçisiyiz Cumhuriyetin…
ON KASIM
Kasımın onu
Evet bugün on Kasım.
Çiçeklerin, ağaçların boynu bükük ve mahsun.
Bugün on Kasım.
Her gün bütün ihtişamıyla
Semalarımızı süsleyen bayraklar adeta yorgun,
Yaralı bir kartal gibi hazin hazin boynu bükük niye?
Neden bugün rüzgar durmuş?
Kuşlar susmuş ?
Bütün kâinatın her kıpırdayışı bir hıçkırık,
Neden davarını otlatan çobanın kavalının nağmeleri bugün daha içli?
Neden sınırda nöbet bekleyen Mehmet’in gözleri yaşlı?
Neden ve neden her gün saçlarını süpürge yapan,
Gelin Ayşe’nin başında
Bu siyah yazma neden?
Neden mi kardeşlerim?
Çünkü bugün on Kasım…
Bizden kopan, bizden ayrılan,
Ama daima içimizde olan biri var.
Adını yeni duymuş yavrulara,
Saçları ağarmışlar arasında.
Bütün ulus duyduğu derin iç sızısının
Milyonlarca birini ifade edemediği halde,
Hepimiz hatip, hepimiz şair oldu.
Yüzbinler, yüce bedenini en mukaddes.
Bir emanet gibi saklayan
Tabutunun önünden ihtiramla geçtiler.
Aliller gözlerinde beliren bir ışıkla
Senin semavi şahsiyetini,
Yürekleriyle gördüler…
Ayaklarında hissettikleri ilahi bir kudretin,
Reşali ihtişasıyla önünde diz çöktüler.
Bunlar putperest değildi Atam.
Bu ulvi levha
Kemalizm espirisinin
Büyük manevi ruhunun önünde bağdaşmasıydı.
GÖZLERİN ARKADA KALMASIN ATAM…
HASAN KIRKAYA.
Yukarıdaki şiiri babam bir on Kasım ‘da yazmış. Hiç dokunmadan aynen aktardım. Bazı sözcükleri yadırgayabilirsiniz. O dönem içerisinde değerlendirirsiniz umarım.
Canım annem, canım babam, sizlerin aydınlığı, bizlerin de aydınlığı oldu.
Şükran, minnet, saygı, Sevgi ve özlemle…
Işıklar içinde şiirlerle, türkülerle, ninnilerle uyuyun.
Canım babam, yıllar yıllar önce yazdığın şiir bugün de anlam ve önemini yitirmemiş.
Hepinizin anıları önünde saygıyla eğiliyorum.