Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken… Zamanın bir yerinde, Ramazan geldi diye insanlar çok mutlu olurmuş.
Günümüzde Ramazanları daha refah, daha neşeli geçirebilmemiz gerekirken eski heyecanlı günleri özler olduk. İstemeye istemeye nerde o eski Ramazanlar diye iç geçirir olduk. Eski günlerde çok eksiğimiz vardı, paramız daha kıttı, teknoloji gelişmemişti, elektrik yok, televizyon yok, cep telefonu yok, bazı ihtiyaç maddelerine ulaşımımız daha zordu ama bugün ile kıyaslayınca da çok daha mutluyduk diyoruz.
Ramazan’ın gelmesini sabırsızlıkla beklerdik. Ramazan yaklaştıkça coşku artar, mağazalarda ürünler bollaşır ve çeşitler çoğalırdı. Gerek yiyecek gerek giyecek seferberliği yaşandığından zekât vermek, ihtiyacı olanı sevindirmek, bayram ikramiyesi gibi geleneklerle, esnaf da çalışan da sevinir ve bu Ramazan bereketi olarak anılırdı. Ramazan’ı daha bir coşkuyla karşılardık.
Ramazan boyunca bayram için hazırlık yapılırdı. Terziler, ayakkabıcılar harıl harıl çalışırdı. Herkes ya yeni giysi diktirir ya da giysilerinin tamirini yaptırır ve yeniletirdi. Ya yeni ayakkabı yaptırılır ya da bakımdan geçirtilir gıcır gıcır boyanırdı. Elbette hafızanız almıyor belki ancak hazır giyim henüz icat edilmemişti. Takım elbise, pantolon ve gömlek için kumaş alınır terziye diktirilirdi, ayakkabı için model seçilir ayağın ölçüsü alınır sipariş verilip yaptırıldı. Altı eskimiş ayakkabıların altı ve topukları yenilenirdi. Yeni giysi ve ayakkabılar için bir-iki kerede provaya gidilirdi. Kadın erkek eşitsizliğinin elbette daha fazla olduğu zamanlardı, kadınlar, kız çocuklarının ve kendi elbiselerini kendileri diker, dikiş bilmiyorsa mahallede bilene diktirirlerdi. Belki büyük şehirlerde vardı ancak bizim kasabamızın kadın terzisi yoktu.
Ramazan’da herkes kesenin ağzını açtığı için esnaf iyi iş yapar evlerde bolluk olurdu. İftar ve sahur sofraları daha bir özenli hazırlanırdı. Sahura çoluk çocuk herkes kalkar, yatarken “anne beni de kaldır” diye tembih ederdik. Büyükler oruç tutar, tutmayanlar da oruç tutanlara saygısından tutmadığını açık etmez, saklamaya çalışırdı. Lokantalar zorunluluktan değil iş yapamadığı için ramazanda kapatırdı. Çünkü oruç tutmayanlar tutanların canı çeker diye lokantalarda yemek yemezlerdi. Biz çocuklar da oruç tutacağız diye tuttururduk ki biz çocuklara göre de oruç tutma usulü icat etmişlerdi. Çocukların gelişme çağımda sürekli gıda alması gerektiğinden “TEKNE ORUCU” diye bir oruç şekli icat etmişlerdi. Üç öğün yemek yenir, sahur, öğle yemeği ve iftar, ancak aralarda yeme içme yapılmazdı, biz de oruç tuttuğumuza sevinirdik. Ancak çocuk enerjimizle oynamaktan koşturmaktan çok susar orucu da unutur su içerdik ki eyvah oruç bozuldu diye aklımıza gelir, olsun yarın tutarım diye teselli bulurduk.
Ramazan boyunca bizi en çok heyecanlandıran sahur ritüeliydi. Çocuklar da kalkıyor diye özenilir ailece sabaha karşı bir merasimle yenen o yemek bizler için büyük bir zevkti. Ramazan davulcusu Ali Dayı’nın kendine has tempoda vurduğu davul ritmi duyulunca kalkılırdı. Tek başına mıydı yardımcısı da davulla geziyor muydu bilemiyorum, koca Bodrum’u dolanıp herkesi uyandırıyordu.
Sahurun bitişi top atışıyla duyurulurdu. Bodrum yerleşimi adeta bir antik tiyatro düzeninde konumlanmıştır. Bu düzende Bodrum Kalesi Antik tiyatronun sahnesinde yer alır ve kaleden yapılan bir patlama sesi tüm Bodrum’u sallar. Sahurda ve iftarda top patlaması sesi, kalenin Bodrum’a bakan tarafındaki duvarın üzerinde dinamit patlatarak yapılırdı. Topun (dinamitin) patlatıldığı yer Kumbahçe Mahallesi sahilinden çıplak gözle izlendiğinden iftar zamanı sahilde hazır bekler, ramazan topçusunun top patlatılan yere gelişi görülür, “top patlıyoooooo” diye bağırarak ilan eder, topun patlamasını izlerdik. Dinamitin fitilini ateşleyen ramazan topçusunun kaçışı ardından, önce duman görünür ardından sesi gelirdi. İşte o zaman ışık hızıyla ses hızı farkının ayırdına varmıştım. Top patlaması ardından hep beraber “top patladıııııııı!” bağrışlarıyla evlerimize koşardık.
Top patlatıcısı hep bizim mahalleden olurdu. İlk önceleri bu işi “BRİNGALİ ŞABAN” amca (Şaban OCAK) yapardı. Ramazan boyunca bizim evdeki kurmalı çalar saat da Şaban amcaya geçici göreve giderdi. O zamanlar çalar saat her evde yoktu. Top patlama sesini sağlayan dinamit de Belediye tarafından patlayıcı madde bayisi babamdan alınırdı.
Davulcumuz Ali Dayı, Ramazan’ın sona ermesine yaklaşırken, her gece bizi sahura kaldırma zahmetinin ücretini almak üzere, sahurda sokak sokak dolaşarak maniler söyler bahşişini toplardı. İşte o anı iple çekerek beklerdik. Davul çalarak sokağa girdiğinde zaten her yer zangır zangır titrer uyuyan kalmaz herkes pencerelere çıkardı. Ali Dayı yanında bayrakçısı ile birlikte sırayla evlerin önünde durur biliyorsa, ki çoğunu da biliyordur, evin reisinden başlayarak maniler okurdu. Evin reisinin ismi aklına gelmedi ya da bilmiyorsa maniyle özür dilerdi.
Davulcun kapıya geldim
Cümlenize selam verdim
Darılmayın iki gözüm
İsmini almaya geldim.
Pencereden isim verilir, ismini aldığı ya da önceden biliyorsa evin reisinin ramazanını kutlardı.
Besmeleyle çıktım yola
Selam verdim sağa sola
İki gözüm Recep Efendi
Bayramınız mübarek ola.
Ali dayı pencerelerden gelen istekler üzerine maniler okurdu. Bu istekler evdeki yaşayanların ismi söylenerek yapılır Ali dayı manisini o isme ithaf ederdi. Yorulunca mola vermek ister, maniyle anlatır o arada evin reisi gider bahşişini ve hediyesini verir gereken ikramını da yapardı.
Bizim cami direk ister
Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur ama
Bayrakçım da börek ister.
Girdiği sokaklardaki evleri kapı kapı gezdikten sonra, sokak ahalisi ile işi bittiyse diğer sokağa geçmek için mâni söyleyerek izin isteyip veda ederdi.
Şekerim var ezilecek
Al tülbentte süzülecek
İki gözüm Müşerref Hanım
Çok yerim var gezilecek.
Bayrakçısı elinde uzun bir sırığın ucuna takılmış Türk bayrağı taşır, verilen bahşiş ve hediyeleri alırdı. Bayrakçının elindeki bu bayrak sahur gezilerinde karanlıkta görülmediğinden çok özen gösterilmez ancak bayrakçı, bayramın üç günü boyunca gündüz yapılan ve yine bu mâni gezilerinde şık bir gönder ve üzerinde özenle seçilmiş Türk bayrağı taşırdı. Ali dayının çok güzel ve ağdalı bir sesi vardı ve beyitlerini Türk Sanat Müziği icra eder gibi bir makamla okurdu. Ali Dayı çok iyi de kaval çaldığından meyhane ve restoranlarda muhabbet masalarına davet edilir kavalı dinlenirdi…
Yörede “Davulcu Ali Dayı” “Kavalcı Ali Dayı” olarak tanınan Ali GÖKÇEN 1901 yılında Bodrum Eskiçeşme Mahallesinde dünyaya gelmiş, 11 yaşında kendi kendine kaval ve davul çalmayı öğrenmiş, benim çocukluğum boyunca görevli ramazan davulcusuydu. Bodrum’da davulun çalınacağı her etkinliğe Ali dayı çağrılırdı. Bu nedenle de Bodrum’un tanıtımında çok emeği geçmiş olan zamanın İlçe Millî Eğitim Müdürü Osman Nuri BİLGİN, Bodrum’un tanıtımına katkı için 1959 yılında henüz festival tanımlaması dilimize yerleşmemiş olduğundan İstanbul’da yapılan “3. Halk Oyunları Bayramı” etkinliğine katılan Bodrum Folklor Ekibi’ne kaval ve davul çalması için Ali Dayı’yı da katmıştı.
Ali Dayı Ramazan Bayramı’nın üç günü boyunca gündüz bayrakçısı ile birlikte yine sokak sokak dolaşır, son bahşişlerini de toplardı. Biz çocuklar etrafında çember oluşturur ve bir süre Ali dayı ile birlikte gezerdik. Ali Dayı’dan sonra bu işi yapmaya çalıştılarsa da en azından o kaliteyi tutturamadılar ve bayram heyecanımız da söndükçe unutuldu gitti.
Bayram arifesi heyecanların doruk noktasına ulaştığı günlerdi. Evlerde tatlı bir telaş, bayram tatlıları ya da ikramları hazırlanırdı. O gün ekmek fırınları vızır vızır çalışır fırında yemekler, tatlılar pişirilirdi. Biz çocukların gözü bayram sabahı giyeceğimize takılı kalır, gezeceğimiz haneleri tasarlar, giysileri başucumuza asar beraber uyurduk. Derler ya yeni ayakkabımı yastığın altına koyar uyurdum diye, aynen öyle. Çünkü yeni ayakkabı ancak bayramlarda alınırdı. Şimdiki gibi canın sıkıldıkça gidip ayakkabı alınmazdı. Hem gücümüz yoktu hem de ayakkabı bolluğu bugünkü kadar değildi.
Bayram sabahı erkenden kalkar hemen giyinmeye kalkışırdık ki, annem bekleyin kahvaltınızı yapın sonra giyinirsiniz diye bizi sakinleştirmeye uğraşırdı. Kahvaltıdan sonra giyinilir, önce anne baba elleri öpülür bayram harçlıkları alınır ve ardından haydi bakalım önce amcanın, sonra dayının, sonra teyzenin ellerini öpün diye evden yönlendirilerek uğurlanırdık.
Kardeşler el ele tutuşur söylendiği sırayla en büyük akrabadan başlamak kaydıyla evler gezilirdi. “Aman da aman ne güzel olmuşsunuz” övgüleriyle karşılanır, misafir gibi ağırlanır, eller öpülür, ikram edilen tatlılar yenir, mendil içerisinde bayram harçlıkları verilirdi. Mendilsiz harçlıklar eline verilmez erkeklerin cebine kızların çantasına konurdu. Diğer günler olmasa da bayramda kızların taşıdığı illaki küçük bir çantası olurdu.
Görevler tamamlanıp akrabalar gezildikten sonra kapı kapı dolaşıp bayramlaşmak çocukların inisiyatifi ölçüsünde gerçekleşirdi. Her evde kapı çalınıp bayramlaşmaya gelecek çocuklar için çikolata, bayram şekeri ve bozuk para bulundurulur gelen memnun edilirdi. Ardından ailelerin küçükten büyüğe doğru bayram ziyaretleri başlar bayramlaşmalar tamamlanırdı. Çocuklar topladıkları bayram harçlıklarını gönlünce harcar kimse hesabını sormazdı. O üç gün boyunca bayramlıklar üzerimizden çıkmaz, çarşıda ya da bayram yerinde hazırlanmış bayram eğlencelerinde eğlenir vakit geçirirdik. O zamanlar bayram günlerinde özensiz giyimli bir tek kişiye rastlayamazdınız.
Bizler de ebeveyn olduğumuz zamanlarda kapıya çocuklar gelir diye bayram şekeri çikolata ve bozuk para bulundururduk ancak son yıllarda kimse gelmediğinden, çikolata ve şekerlerin hepsini biz yedik ya şişmanladık ya da şeker hastası olduk.
Bolluğa, her şeye kavuştuk derken zaman zaman zor günler yaşıyor olsak da yine de o günlerin yoksunluğunun çok ilerisindeyiz. Buna rağmen o günleri arar olmak bir şeyleri yanlış yapmakta olduğumuzu gösteriyor. Din inanışına bağlılıkların zayıflaması ile izah edemeyiz. Benim babamın dini inancı yoktu, namaz kılmaz, oruç tutmaz, camiye gitmez üstelik din adamlarını da sevmeyen biriydi ancak Ramazan ritüellerini harfiyen yerine getiren biriydi. Zannederim topluma olan saygıya bağlılıkla ilişkilendirebilirim.
İyi ramazanlar, saygılarımla Ali Dizdar.