Melankolik bir hava var dışarıda, bulutlu ve kapalı aynı zamanda soğuk da. Yağmur ise yağdı yağacak pusuda bekliyor.
Yani dışarıda olmak istemediğin bir hava var. Böyle havalar gecekondu mahallelerinde ucuz kömür kokar. Nefes aldıkça genzini genzini yakar. Göğsün tıkanır, sen bunu sarıp içtiğin adi ucuz tütüne yorarsın. O tütünlerin acımsı zehre benzeyen tadını bilirim. Yevmiyeli iş için beklediğimiz durakta Hamza isminde Siverek’li bir arkadaşım vardı o sarardı önce bana sonra kendisine. Beyaz bir dumanı vardı ama o dumanı çıkarabilmek için ağzınızdan sarma sigarayı ciğerinize iyice çekmeniz lazımdı. Çıkan dumandan sonra ağzınızın içi yağmur altında kalmış paslanmış teneke tadında olurdu.
Hamza ile yaklaşık bir ay boyunca o her sabah iş için toplandığımız durakta arkadaşlık yaptım. Birçok işe beraber gittik. Beton kırdık inşaatlarda, üşüyen ellerimize batan dikenlerin aldırmadan limon topladık bahçe işlerinde. Bazen büyük depo temizliğine gittik ağzımız burnumuz toz içinde. Sonra bir sabah “ben yarın sabah gelmeyeceğim memlekete Siverek’e gideceğim” dedi. Başlık parası uğruna gurbet ellere para kazanmak için geldiği, sevdiği kızı bir başkasına veriyorlarmış diye haber almış. O sabahtan sonra bir daha görmedim onu. Umarım sevdiğine kavuşmuştur çok dua ettim arkasından.
Bir de bu havalarda sinema çok güzel oluyor. Kapalı, karanlık, sıcak, sıralı koltuklar içinde bir mekan. Üstündeki fazlalıkları (ceket, palto vs) çıkarır koltuğa yayılırsın. Oh mis gibi. İsterse dışarıda kıyamet kopsun, senin umurunda olmaz. Önünde kocaman bir perde içinden sevdiğin yıldızlar arzı endam ediyor. Tanıdık bir abim vardı, kaçak sigara sattığım dönemlerden tanırdı beni, bir gün gene benden sigara aldığında “bak oğlum kış geldi yağmur var, soğuk var böyle dışarılarda perişan oluyorsun, üstelik her an polis korkusu gel sen bizim sinemada teşrifatçı (yer gösteren) ol eline fener verelim insanlara oturacakları yerleri gösterirsin, hem de güzel bahşiş toplarsın.” Hemen atlatmıştım teklifine, hem dışarıda soğuktan kurtulacaktım hem de sıcacık sinemanın içinde her gün film seyredecektim. Yerli arabesk şarkıcıların filmlerine en çok genç çiftler gelirdi. En sevdiğim sinema seyircisiydi onlar, erkek yanındaki kız arkadaşına hava atmak her zaman bir bilet parası kadar bahşiş verirdi. Bende çekildikleri arka koltuklarına hiç fener tutmazdım film boyunca öpüşür koklaşırlardı.
Dedim ya böyle zemheri havalarda gecekondu mahalleleri ucuz kömür kokar diye. Bir kış bizim mahallenin oduncu Hüsnü abisi vardı, onun yanında çıraklık yaptım. Kocaman bir ardiye (depo) yarısı ağzına kadar odun, yarısı kömür doluydu. Önünde bir pikap iki tane de üç tekerlekli motor vardı. Akşama kadar o dar yıkık, bozuk, merdivenli sokaklarda sipariş veren evlere odun kömür taşırdık. Birçoğu yoksul evler olduklarından birer çuval odunla kömür alırlardı. Fazlasına paraları yetmezdi. Ertesi gün bulabilirlerse gittikleri işten yevmiyelerini alırlar akşam dönüşte bize sipariş verirlerdi. Biz de gün boyu o sokak senin, bu sokak benim, odun kömür dağıtırdık. Günün sonu geldi mi eve gittiğimde o çocuk kollarım iki yana düşer kalmazdı. Garibim anam beni banyoya sokar, soba üzerinde kaynattığı suyla beni bir güzel lifler yıkardı. Bir kış çalıştığım o kömürcüde iyi olan taraf evimizden odun ve kömür eksik olmamıştı. Hüsnü abi beni çok severdi her akşam beni eve bırakırken bir çuval odun ve kömürde bırakırdı. Kim bilir? Belki babamın hapiste olmasından dolayı bana acırdı. Bilemiyorum ama bildiğim bir şey var o da o kış hiç üşümemiştik.
Dışarı attım kendimi, hava soğuk, kapalı ve bulutlu. Fakat içime çektiğim havada kömür kokusu yok. Mahallem doğal gazın nimetleri ile tanışalı çok oldu. Fakat şunu iyi biliyorum çok uzak olmayan bir yerlerde, yoksulluk var, havada gene genizleri yakan kömür kokusu var…
İ. Akan