_ 1 _
Muhtarlığın telefonu uzun uzun çaldı… Yan taraftaki köy kahvesinde köylülerle yarenlik eden muhtarı kahveci Salim uyardı; koşturup ahizeyi kaldıran Muhtar Zekeriya, karşı tarafın sesini duyar duymaz hazırola geçti ve ” Emredersiniz kumandandan !” diyerek telefonu kapattı…
Dışarıya bembeyaz bir suratla çıkıp en yakınındaki sandalyeye çöktü ve
“Şehidimiz var ” diyebildi…
Oğlunu eve yollayıp sandıkta ütülü ve temiz olarak sakladıkları Türk bayrağını alıp gelmesini söyledi…
O sırada kahvede olan tüm erkekler 40 yıllık emektar dolmuşa binip köy girişine doğru yol aldılar…
Köy bir dağ yamacında kuruluydu… Sırtını kocaman kayalıklara yaslamış , aşağıdaki ovaya keyifle ve yüksekten bakıyordu…
Köy girişinden kilometrelerce aşağısı rahatlıkla görülebiliyordu…
Tozu dumana katarak köye doğru gelen bir konvoyu izlediler endişeyle… Önde bir askeri cemse, peşi sıra bir ambulans, iki adet siyah makam arabası ve en arkada bir polis minibüsü köy yolunu hızla tırmanıyorlardı…
Köyde 3 genç askerlik görevindeydi. Hepsi de köylülerin deyimiyle ” terör bölgesinde” vatani görevlerini yapıyorlardı.
Telefonla arayan ilçe bölük komutanıydı.
” Muhtar, Şehidimiz var! Köy girişinde bizi bekleyin, Kaymakam Bey ve Belediye başkanımızla geliyoruz ” dediğinde, otoriter ve acılı sesin karşısında ürkmüş ve hemen hazırola geçmişti.. Korkudan ve yaşadığı şoktan şehidin kimliğini bile soramamıştı…
Kimse konuşmuyor, 5 dakika sonra yanlarına varacak konvoyu bekliyordu… Şehidin bu 3 gençten hangisi olduğunu öğrenmek için uhrevi bir sessizliğe bürünmüştü herkes… Acı , hangi ocağı yakacaktı ?
Konvoy gelip minibüsün yanında durdu… Köylüler başta Muhtar Zekeriya olmak üzere tek sıra dizilmişlerdi. Hepsi de ellerini göğüslerine koyarak gelenleri selamladılar… Arabadan sadece komutan indi. Muhtarla tokalaştıktan sonra, ” Muharrem evladımız vatan için kahramanca savaşarak şehit düştü , bizi şehidimizin evine götürün ” dedi…
Muhtar ” Vatan sağ olsun ! ” diye, tekmil veren bir ses tonunda bağırdı…
Önde köy minibüsü, ardındaki konvoyla birlikte ağır ve mistik bir yük taşıyormuş gibi köyün içine doğru yol almaya başladı. Taşıdıkları yükün ağırlığı ve acısı bütün konvoya çökmüştü…
Beş dakika sonra Muharrem’in baba evinin önünde yan yana hizalandılar. Komutan, Kaymakam ve belediye başkanı dört basamaklı merdiveni hızlıca tırmanıp kapıyı çalacaklardı ki, araba seslerini duyup bembeyaz bir yüzle kapıyı açan babayla karşılaştılar..
” Muharrem’in babası sen misin?” diye sordu komutan . Evet der gibi başıyla onayladı baba… Sesi çıkmıyordu… Komutan biraz yana çekildi ‘Kaymakam bey buyurun ‘ dedi usul bir sesle… Kaymakam Bey babanın iki ellerini birden kavrayıp konuşmaya başladı…
“Allah Muharrem evladımıza en yüce mertebe olan şehitliği layık gördü! Hepimizin başı sağ olsun… vatan sağ olsun! … “
Baba, sonrasını hiç duymadı… Başı dönüyor, midesi bulanıyordu… Ambulanstaki görevli doktor ve sağlık personeli koşarak koluna girip salondaki divana yatırdılar.
Evlerinin arka tarafındaki bahçede yayıkta tereyağı yapmakta olan iki kızı ve karısının gürültülere koşarak geldikten sonra, her şeyi anlayıp çığlıklarla kendilerini paralamaya başladıklarını da görmedi ve duymadı baba..
“Vatan sağ olsun!” sözü hep kulaklarında yankılanıyordu… kendi mi söylüyordu, başkası mı… bilemedi… kendi vatanı şehit olmuştu!
Sağlıkçılar ve güvenlik personeli bir annenin, bir kız kardeşlerin yanında onları teskin etmeye çalışıyorlardı…
Dört asker dama çıkmış, kocaman bir Türk Bayrağını şehidin evinin önüne asmışlardı… Bütün köy şehidin evine akıyordu…
Konvoyla birlikte gelen ilçe müezzini ve iki imam da hemen dini vecibeleri yerine getirmek için işe koyuldular..
Müezzin, köy camisinin hoparlöründen çok etkileyici sesiyle önce bir salâ okumuş, ardından şehadet haberini vermişti… ‘Şehidin naaşı yarın ebediyete uğurlanacaktır’ diye belirtmişti…
İki imam, köy misafir evindeki baş köşeye kurulup şehidin ruhu için Kur’an-ı Kerim tilavetine başlamışlardı..
Sırayla Yasin, Tebareke ve Amme suresinden dualar okuyorlardı… Her biri çok deneyimli hafızlardı. Kur’an-ı Kerimi musiki makamlarıyla okumanın cemaati derinden etkilediğini iyi biliyorlardı… Bu yüzden, her biri Hüseyni, kürdili-hicaz , uşşak ve muhayyer makamında etkileyici sesleriyle terennüm ediyorlardı..
Dua aralarında cemaat birbiriyle alçak sesle sohbet ediyor, herkes Muharremin ne kadar dürüst ve temiz olduğundan söz ediyordu..
Yine bir dua arasında ilçenin belediye başkanı son derece etkileyici ve duygusal bir konuşma yapmaya başladı…
” Şehitler, muhakkak ki Peygamber Efendimizin cennet-mekan komşuları olacaklardır… Rabbim onlara cennetin mübarek Kevser sularını , meyvelerini ve hurilerini Nasib ve ihsan eylemiştir. .”
Komutan başını öne eğmiş sessizce dinliyordu… Başkanın oğlu geçen hafta askerlik şubesinde paralı askerlik işlemlerini yaptırmıştı… Aklına gelen bu olayı hemen kovdu düşüncesinden; münafıklık yapmanın alemi yok ! diye geçirdi içinden.. Gerçi başkan “aslında askerlik yapmasını isterdim ama aile işlerinin yoğunluğundan böyle oldu kumandan ” demişti kendisine…
Çünkü başkan bölgenin en büyük müteahhitlik firmasının sahibiydi aynı zamanda…
Devlet ihalelerinin büyük çoğunluğunu onun firması yükleniyordu…
Sözü bir başkan, bir Kaymakam alıyor , vatanın devletin ve milletin bekası için şehadetin ne kadar kutsal olduğunu cemaate anlatıyorlardı..
Başkan çok iyi bir hatipti; konuşmasını
” vurulup tertemiz alnından
Uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna ya Rab!
Ne güneşler batıyor!”
diye bitirdiğinde cemaatten hıçkırık ve Allah Allah sesleri birlikte yükselmeye başladı…
O an, yediden yetmişe herkes şehit olmaya hazırdı…
.
Devam edecek….