“ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! “
Bir zaman diliminde bir yerlerde tanıdığım insanlar artık yoklar. Bende bıraktıkları hüznü ve acıyı tarif edemem. Bir inanç uğruna yaşadılar. Bazılarının yaşamları ve mücadelesi her yerden duyuldu. Bazılarını ise yaşadığı çevre ve tanıyanlar duydu. Tarihe not düşmek adına, karanlıkta kaybolmasınlar.
Yaşamlarını inandıkları değerler için kullandılar. Bu yaşamları konuşmak ulu orta mümkün olmadı. Fısıltılardan yayılan bir takım kirli bilgiler ortalarda dolaşıyor. Olayların içindeki insanlar konuşmaktan yazmaktan kaçınıyor.
Mustafa Taylan’ı tanıdığımda ortaokuldaydım. Ankara’da Dil Tarih Coğrafya fakültesinde faşistler öğrencilerin üzerine bomba atmışlardı. Oradaki öğrencileri korumak amacıyla, bombayı geri fırlatırken, elinde patlayan bomba sağ elini koparmıştı. Mamak’da. cezaevinde Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu taraftarları ile birlikte kalıyordu. Cezaevindeyken, tek eliyle, Nurhak’da yaralı yakalanan adaşı Mustafa Yalçıner’in tedavisini üstlenmişti. Dışarı çıktığında ülkenin birçok yerinde devrimci mücadelenin ön saflarında yer aldı. Eskişehir ve Tokat en çok tanındığı şehirlerdir. Sivas’ta yakalanmış, cezasını Niksar da tamamlamıştı. Yaşamının son yıllarında, bilmediğim nedenlerle, THKO hareketi ile ters düştüğü ve yanlızlaştığıydı. MHP yöneticisi Gün Sazak’ın devrimciler tarafından öldürülmesine misilleme yapan faşistler tarafından Eskişehir’de bir pusuda öldürüldü.
Dursun Diker’i aynı yıllar Tokat’ta tanıdım. Mustafa Taylan’ı en iyi tanıyan insanlardan biriydi. Dursun, Niksar ile Yeşil Vadi denen kelkit ırmağının aktığı bölgelerde herkesin tanıdığı bir devrimci kitle önderiydi. Çok genç yaşlarımızda birlikte devrimci faaliyetlerimiz oldu. Niksar Lastik fabrikasında başlayan grevle ilgili bir şeyler yapmalıyız coşkusunu yaşadık. Bir gün sonra Tokattan gelecek olan ODTÜ’lü arkadaşımıza sürpriz yapmak adına ilk defa yazılamaya çıktık. Yazdığımız sloganların savunduğumuz siyaseti anlatamadığını bir gün sonra öğrendik. İnancımız ve kararlılığımız yanında sloganların yanlışlığı sönük kaldı. Eleştiri ve özeleştiri yi öğrendik. O dönemde bölgedeki devrimci ve karşı devrimciler arasındaki çok keskin mücadele yaşamımızı zora sokuyordu. Teorik çalışmaların yetersizliği ve devrimci bilincin doğru yönetilememesi sonucu, o dönemde dünyadaki sosyalist devrim yapmış olan ülkelerin durumu ile ilgili “üç dünya tartışmaları” bahanesi ile sahadan çekilmeler oldu. Dursun, devrimci kararlılık ve inançla olduğu yerde durdu. Yolumuz Bursa E tipi cezaevinde kesişti ama birbirimizden haberimiz olduğunda onun çıkışı yaklaşmıştı. Aynı yerde yaşadığımız halde, aksilik bu ya, birbirimizi hiç görmedik . Çıktığında köyüme gitti, ailemi ziyaret etti. Bana bir buçuk yıl boyunca mektuplar yazdı. Ben çıktıktan sonra da, bir daha görüşemedik. İstanbulda yaşadığını duymuştum. Yaşam hızlı ve yoğun geçti, bir araya gelme, konuşma şansımız olmadı. Belki de yeteri kadar zorlamadık. daha zamanımızın olacağını düşünüyorduk. Biraz daha yaşamış olsaydı, belki buluşmaya da imkanımız olacaktı. Pandemi koşulları olabilir, çok erken gitti. Herkese ne kadar kırılmış ki memleketine gömülmeyi kabul etmemiş. Sıvas yıldız dağı eteklerine gömülmek istemiş. Öyle de yapmışlar, neden niçin kafamda sorular çok, cevapları yok.
Gökhan Harmandalıoğlu, Ankaraya ilk gidişimde beni karşılayan kişiydi. Henüz sıkıyönetim vardı. Yaz ayları başları, İzmirden bana verilen randevu notu ile Ankara’ya gittim. Birlikte geldiğim arkadaş yatacak yer konusunda yardımcı oldu. Sabah erkenden verilen noktaya gittim. Uzun boylu, benden yaşlı gülen yüzlü bir arkadaş beni karşıladı. Birlikte gençlik parkına gittik. Gece Ankarada kaldığımı, aç olmadığımı söyledim. Bir semaver çay söyledi, uzunca bir konuşma yaptık. Ankara’da bazı arkadaşlarımızın yakalandığını, şu anda beni kabul etmeyeceklerini, haber beklememi, geri dönmemi söyledi. “İzmir’e mi döneceksin?” dedi, “yok” dedim, “gelmişken memlekete uğrayayım”. “Memleketin neresi” diye sorunca, “Niksar” deyiverdim. “Alevilik de vardır o zaman” dedi. “Evet, öyle” dedim. Uzun sohbetimizden aklımda kalanlar. Üçüncü randevuda Ankara grubu ile buluştum. Bir yılı aşkın aynı ekibin parçası olarak çalıştım. Kendisi ile bir daha karşılaşmadım, ta ki Ankara Emniyetine varana kadar. Emniyette kırk kişiye yakın bir gruptuk. En son yakalananlardan birisiydim, Gökhan Harmandalıoğlunu orada gördüm. İki kolu çarmıh nedeni ile felç olmuştu. Benim sağ kolum felç olmuştu, yine İzmirden tanıdığım bir arkadaşın bir kolu felç olmuştu. İki kişiyi İzmirden tanıyordum, beni ilk karşılayan Gökhan Harmandalıoğlu’nu grubun lideri olarak tanıtıyorlardı. Kısa bir ilişkim olan bir kişi daha vardı. Bir de beni yakalatan sorumlu olan arkadaş. Bir önceki sorumlum ve arkadaşlarım yoktu. Uzun emniyet günleri sonrası Mamak cezaevine sevk edildik.
Bir hafta, on gün sonra ilk savcılık sorgusunda tahliye oldum. İki seneyi aşkın kaçaklık ve yalnızlık günlerim başladı. Bana İstanbul örgütü sahip çıktı,fakat bir takım aksilikler yüzünden, ilişkimiz, başlarken koptu. İki yıl her türlü zorluğu yalnız başıma yaşadım,İstanbul örgütünün yaptığı sahiplenmeyi İzmir yapmadı. Kişiler her yerde, her durumda farklı uygulama ve sonuçlar yaratabiliyor. Sonunda farklı tesadüflerle İzmirde tekrar yakalandım. Üç hafta sonra durumum, kimliğim anlaşıldı, ikinci kez Mamak cezaevine gittim. Mahkemem bitmiş, dosyam ayrılmıştı. Ben Bursaya giderken, ilgili davadan arkadaşlar Çanakkale cezaevine gönderildiler.
Ayrı düştüm, ne emniyetteki olayların , ne de cezaevindeki yaşamın detaylarını bilmiyorum. Gökhan Harmandalıoğlu neden böyle bir hayatı seçti, yada seçmek zorunda kaldı.
Yusuf Metin’in kontrgerilla tarafından öldürülmesi sonrası Abdo ve Abdulkadir Konuk bayrağı devralır. TDKP kuruluşunu ilan ettiği kongresini bu şehirde toplaması onların emeği ile olmuştur.
Abdulkadir Konuk, Tariş direnişi önderlerinden, İzmir Çimentepe de en son Gültepe’de genç komünistlerin önünde efsaneleşen, tamburalı Murat abi yakalandıktan sonra, idama en yakın kişi. Burdur cezaevinde, yıllarca asılmayı bekler. O, Burdur cezaevinde idamı beklerken, Bursa cezaevi yoldaşları olarak mektuplaştık, moral, motivasyon desteği sağlamak istedik. Yine istanbul örgütü organizasyonu ile mucize bir kaçış yaşadı. Yaşadıklarını kitaplara döktü. Duygu ve düşüncelerini sert ifadeler kullanarak açıkladı. Yaşananlara isyan etti. Bir süre sosyal medyada yazıştık. Çok alıngan, kavgacı yapmıştı onu, yaşadıkları.
Abdo’yu da anmalıyım. Çok geç tanışma fırsatım oldu. Sakin, bilgili, dost canlısı, yardımsever bir kişiydi. Devrimci mücadele içinde çok zaman geçirmiş olmamıza rağmen, bir araya geldiğimiz dönemde, bu konular tabu olarak durduğu için konuşmadık. Pişmanlığım, geçmiş dönemlerdeki bazı yaşadıklarımızla ilgili, kafamdaki her şeyi, onun görüş ve değerlendirmelerini, Abdo’ya sormamak olmuştur. Bu kadar erken gideceğini düşünmemiştim. Daha çok görüşüp konuşacaktık.
Bu arkadaşlarımın ortak özelliği, içinde mücadele yürüttükleri hareketin ihtilalci, kahraman yüzleri olmaları. İdamla canlarını veren arkadaşlarının bayrağını taşımış olmaları, en önemli ortak yanları. Diğer bir özellikleri de, örgüt tarafından, yalnızlığa itilmiş olmaları, bazılarının küskünlüğe kadar gittiğidir. Bu insanlar bir düşünce çemberinin içinde yaşayanlardır. Bu çemberin çevresinde, yakınlarında yaşamış yüzlerce insanın yalnızlığı, çaresizliği, zorlu yaşam savaşı vardı. “Çamur at izi kalsın” kolay bir yaklaşım. Devrimci mücadele vermiş olan insanlara, mücadelelerine, yaşamlarına sahip çıkmak gerektiğini düşünüyorum.
Bugün yaşananlardan kimse memnun değil. Kimse elini taşın altına koymuyor, başkalarından bekliyor. Avrupada yaşayanlar, buraya gelmek yerine uzaktan akıl veriyorlar. Altmış sekiz ve yetmiş sekiz kuşağından insanların çocuklarından, imkan bulanların neredeyse hepsi yurtdışında. Biz çektik, çocuğumuz çekmesin anlayışı kabul görmüş duruyor.
Sol, sosyalist, komünist partiler bildiklerine devam ediyor. Bizim kuşak CHP’ye muhtaç kalmış, hayal kırıklıkları devam ediyor.
Gidenleri anarken, bu sınıflandırmaya girmese de, tanıdığım, bir nedenle yolumun kesiştiği, tanıma fırsatı yakaladığım devrimci arkadaşlarımı da yazmayı istiyorum. Mustafa Taylan sayesinde tanıdığım Sami Ovalıoğlu, Mamak da öldürülen İlhan Erdost, Cumhuriyet yurdunda odasında kaldığım, Atilla Acartürk, İzmir’e gelmeden tanıdığım, İzmir ile beni tanıştıran Yusuf Ekinci ve İzmir halkının ve gençliğinin devrimci lideri Yusuf Metin’i tanıma şansım oldu. Genç yaşlarda sivil veya resmi üniformalı katiller tarafından aramızdan alındılar. Yusuf Ekinci, TKP, İGD etiketli katiller tarafından öldürüldü.İnşaat işçisiydi, Narlıderenin yoksul gecekondularında yaşardı. “Sosyal faşist, maocu faşist” şablonlarını ortaya koyanlar, bir açıklama yaptılar mı bilmiyorum. Geçmişte böyle karanlık sayfalar var, hiçbir şeyin hesabını vermeyenler, bu canların hesabını vermediler.
Maksim Gorki’nin “Ana” romanını okumayan yoktur, Rusya’da, devrim öncesi işçi ve yoksul mahalleleri anlatır. Votka , Rusya’nın milli içeceğidir. İnsanlar ekmek yemek bulamaz, ama votka içerek dertlerinden kurtulmaya çalışır. Romandaki devrimciler, votka içen sempatizanları, lümpen (toplumsal sınıf bilinci olmayan kişi) olarak tanımlarlar, hoş karşılamaz, izin vermezler. Sosyalist fikirlerle tanıştığımız yıllarda benzer durumları yaşadık. Anadolu’da boğma rakı kullanma alışkanlığı vardı. Bu alışkanlığı aşmak zordur ama başarmıştık.
Gelinen noktada milli içeceğimiz rakıya geri döndük. Masayı kurup bir araya geldiğimizde “ Ne olacak bu memleketin hali “ demeye ve ülkeyi kurtarmaya devam etmek daha kolay geliyor. Örgütün yoksa başka çaren yok.
Adnan Yücel’in şiiri ile başlayıp bitireyim.
“Saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde
leylaklarda güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır “
bir de yarınlar için direnenler..