Ali Özenç Çağlar
‘Sanat’ aslında genel olarak çok geniş bir kavram. Yani bunun içine edebiyat da giriyor; heykel, ahşap oymalar, görsel ve kullanım değeri yüksek mimari yapılar, müzik, tiyatro, sinema vb. alanlarda insanın kendi öz yaratıcılığını kullanarak ortaya çıkardığı emek de denebilir, ya da bunların toplamı.
Şu bahsedilenlerin arasındaki bağlara, benzerliklere hiç girmeye gerek yok. Eğer yaptığınız bir şeyin içine yüreğinizden, kendi benliğinizden bir şeyler katarak ortaya çıkarmışsanız, hiç kuşkusuz o bir sanat eseridir.
Tabi bütün bunlar insana dair daha iyi, düzeyli bir yaşam için katkıda bulunuyor, hizmet ediyor olması gerekir. Eğer kapitalist tüketim toplumun, Pazar, kâr, ticari rand, ahlak dışı yönlendirmelerle insanlığı yoz bir kültürün içine itmeden, itilmeden yapılıyor olmalı, yaptığınız ancak o zaman kalıcı bir değer kazanır ve asırlar boyu unutulmaz. Biz bu gün Sokrates’i, Aristotales’i, Platon’u, Homeros, Shakspeare, Montaıgne, Tostoy, Gogol, Dostoyevski vb. eserlerini hala severek okuyorsak, Andrey Tarkovski, Bergman, Kurosava, Hanke’nin “Yedinci Kıta”, 1925 yapımı, Sergei Eisenstein’ın filmi olan “Potemkin Zırhlısı’nı, Aguste Rodin’in Düşünen Adam‘ını yıllar yıllar sonra severek izliyorsak, onlar eşsiz birer sanat eseri oldukları içindir.
Sanat böyle bir şeydir. Ne üretirsen üret, kime, neye hizmet ettiğiniz de düşünülmelidir. Eğer bir film, dizi çekiyorsanız, bir deneme, öykü, bir roman yazıyorsanız, insanları, toplumu aptallaştırmak için mi yapıyorsunuz bunu, yoksa o güne kadar elde ettiğiniz bilgi birikiminizi de sonuna kadar kullanarak o topluma yararlı bir şeyler mi sunmak istiyorsunuz?
Hepimizin bilmesi gereken bir gerçek var ki, o da dünya üzerinde zalimlerle mazlumların, emek ile sermayenin, yani varsıllarla yoksulların arasındaki süregelen çelişkidir. Bu çelişki sürdüğü sürece aralarındaki kavga da bu dünya durdukça var olacaktır. Onlar, o muktedirler devamlı olarak dinle, kitapla, silahla saldıracaklardır -2500 yıldır olduğu gibi- halk da emeği, direnci, insan olma onurunu koruma refleksi ile verdiği kavgasıyla. Çünkü yoksulun elinde kendi öz gücü olan emeğinden başka bir şeyi yoktur. Tam da bu noktada, sanatın ve sanatçının nerede durarak sanat yaptığı önemlidir; ister sinema filmi, dizi yapımcısı olun, ister belgesel çekin ya da edebiyatçıysanız, anı, deneme, öykü, roman yazın. Asıl olan sizin akıldan çıkarmamanız gereken kimden yana olduğunuz, kimin yanında durduğunuz, konumlandığındır. Arkası gelir zaten. Ancak asırlarca kalıcı olan her sanat, klasikleşen her yapıt, senin -bir sanatçı olarak- sahip olduğun erdem, haysiyet, ahlak, onur ve sol yanında taşıdığın vicdan, yani adalet duygusudur. Çünkü karşımızdaki düşman hiçbir saldırısını, savaşını plansız yapmaz. Bin yıllar önce de bu böyleydi, bugünde böyle. Nedense kazanan hep onlar, kaybeden ise yoksul halk kesimi oluyor…
HALK, EMEKLİLER VE ESKİ KUŞAKLAR
“Halk” kavramını kullanırken, ben sadece sıradan yoksul, mesleksiz, işsiz, dışarıda aynı sokaklarda oturduğumuz, aynı dükkânlardan alışveriş yaptığımız, mektup dağıtan postacısından, Tapu Dairesi ya da bir bankada çay dağıtan Cemile hanımdan, halde yük taşıyan hamaldan, çarşıdaki boyacıdan bahsetmiyorum. Yıllarca o çarşının kahrını çeken esnaftan, küçük memurdan, eczacı kalfasından, saniyede çalışan çıraklardan, ustalardan, avukattan, doktordan, mimar, mühendis, veteriner vs. hepsinden bahsediyorum. Bir de 1968 kuşağı dediğimiz ve 70, 80, 90 dönemlerinde tonlarca kitap okumuş devrimcilerden, bu düzene yüzlerce kayıp vermiş, failimeçhullerden geçip günümüze ulaşan kesimi de koyarak ‘HALK’ diyorum. Ve dönüp kendime soruyorum: “O dünün ateş çemberi içinde koşan, bu halk için kendini ortaya atanlar nerede?” Çünkü bugün ortada açık açık bir emekli kıyımı var. O örgütlülüğün anlamını herkesten çok iyi bilen devrimciler nerde. Sahi onlar emekli değil mi, onların hepsi de karşı tarafa mı geçti. Hepsi de bireysel kurtuluşlarını sağlayıp köşelerine mi çekildiler ve neden onlar şu yoksulluğa karşı ayakta kalma mücadelesi veren EMEKLİ vatandaşların bu iktidar tarafından ezilmesine göz yumuyor, neden bir örgütlenme girişiminde bulunmuyorlar. Tek tük var olan küçük küçük emekli dernekleri içine alabilecek daha güçlü bir örgütlenmenin başını çekmiyorlar. 2013’te Gezi’de fırtınalar koparan o gençlik nerede?
Bugün bir yumurta neredeyse 10 TL ye satılır oldu, insanlar Pazar yerlerinde çöplerden topladıklarıyla karınlarını doyurmaya çalışıyorlar. Hani o devrimci onur nerede?.. Bakın, ülke her gün yeni özelleştirme adı altında parsel parsel satılığa çıkarıldı. İktidar güya halkın sağlık sorunlarını çözmek için yaptığı Şehir Hastaneleri’ni bile bu gün yabancılara satıyor… Aydını, devrimcisi, öğrencisi, öğretmeni, Kürt’ü, Türk’ü, Alevisi, sunnisi, biz onlarla aynı gemide değiliz ve su alan, yan devrilen, hatta batan bizim gemimiz, bunu kimse aklından çıkarmasın. Biz yoksullaştıkça onlar daha da zengin oluyor, bankalar, tüm büyük holdingler, şirketler bu süreçte daha da kâr ediyor.
Demem o ki, bu halk, açlığa mahkûm edilen emekliler ciddi bir örgütlenmeye gitmedikçe bizler asla düzlüğe çıkamayız. Kendisine solcu, ilerici devrimciyim diyen herkes şapkasını önüne eğip bir kez daha düşünsün derim…