Gündemimiz her ne kadar seçimler ve deprem sonrası itilip kakılmış halkımızın hazin durumu olsa da kendime biçtiğim görev gereği eski günlerden yaşam kesitleri aktarmaya devam ediyorum. Gündeme ilişkin yazan üstatlar varken haddimi aşamam. Ben size farklı bir atmosfer sunuyorum. Hepinizi takdirle izliyorum saygılarımla…
Nakliyatın temel araçları eşek ve deve olduğu yıllarda, Bodrum’da hamallık en çok ihtiyaç hissedilen mesleklerden biriydi. Sermayesi olmayıp dükkân açamayan, belirli bir zanaatı olmayanlar hele bir de güçlü kuvvetli, yapılı biriyse en kolay para kazanma yolu hamallığı seçerdi. Çok fazla iş kolu olmayan kasabamızda kimisi için ek iş olarak da yapılan nakliye hizmetini olmazsa olmaz hamallar yapıyordu. Kâh arabayla, kâh sırtında taşıyarak…
Bodrum’un büyük şehirlerle irtibatını sağlayacak sağlıklı bir araba yolu olmadığından, ihtiyaç olan bütün mallar genellikle deniz yoluyla ya özel teknelerle ya da gemilerle gelirdi. Çuvallarla, tenekelerle, kasalarda, bidonlarla gelen bu malzemeler gemiden yük motorlarına, motorlardan rıhtıma, rıhtımdan da depolara hamallar vasıtasıyla taşınırdı. Bir de İkinci Dünya Savaşı yıllarında İngiliz donanmasının ikmal merkezi haline gelen Bodrum limanı artı bir malzeme transferi trafiği de yaşamıştı.
Keza Bodrum’dan gidecek incir, harnup, sünger, defne ve bilhassa tütün, yine aynı yolla ihraç edilir ve gönderilirdi. Bir gemi ya da tekne ile gelen giden mallar bir-iki kişi ile nakledilmesi imkânsız miktarlarda olurdu. Bu nedenle çok hamala ihtiyaç olur hamallar da grup olarak çalışırlardı.
Şehir içi nakliyatını kolaylaştırmak için hamalların genelde taşıma arabaları olurdu. İki araba tekerleği üzerine yerleştirilmiş ahşaptan yapılan büyükçe alçak kenarlıklı kasa ve birer metrelik iki kolu olan hamal arabası. Büyüğü küçüğü vardı elbet ancak, en fazla bir ton civarındaki eşyayı taşıyabilirlerdi. Yüklenmiş arabayı, hamalın en güçlüsü ya da arabanın sahibi arabanın iki kolu arasına girer arabanın kenarlarına bağlı olan halatı omzundan çapraz geçirir, kollarıyla birlikte çekerek götürürdü. Kollar genellikle dengeleme ve yön vermeye yarar asıl güç omuza geçirilmiş halat üzerinde olurdu. Yükün çokluğuna göre arabayı arkadan iten hamallar da olur, yükleme boşaltmayı da yaparlardı. Bodrum yolları ve sokakları kısmen beton kısmen taş döşeliydi. Çok fazla yokuşu olmasa da taşlı yollarda hamallar epeyce zorlanırlardı. O nedenle arabayı bir kişi çeker, genelde iki kişi de iterdi.
Çok fazla mal getirip götüren toptancı, bakkal, fırın gibi işletmelerin illaki böyle bir hamal arabaları olurdu. Çoğu zaman kendi işlerini gördükleri gibi, ek iş yapma anlamında da ihtiyaç hissedenlerin işlerini de yaparlardı. Bunlardan birisi de Şalvarağa İbram (İbrahim Karabak) amcaydı.
Salvarağa lakaplı Karabak soyadlı bu dört erkek kardeşin iki bakkal, bir fırın ve bir de kömür depoları vardı. İbram Amca kömür (mangal kömürü) deposunu çalıştırırdı. O zamanlar mangal kömürü çok kullanılan bir yakacaktı. Lokantacı ve köfteciler ızgarada, kahveciler ocaklarında; evlerde ise mangallarda, mutfak ocaklarında, ütülerde bolca kullanılırdı. Tüp gaz çok sonra hayatımıza girmişti.
Şalvarağa dükkanlarının mal ihtiyaçlarını, arabasıyla İbram amca taşırdı. Bu arada birisinin taşıma ihtiyacı da olursa İbram amca hiç yerinmez hamal gibi çalışırdı. O devirleri gören herkes İbrahim amcayı Cumhuriyet Caddesindeki bakkal dükkanında “Abu Hayat Bu” diye bağırarak ayran satarken anımsar, çok bağırgan bir adam olduğundan arabayla eşya taşırken yolda yürüyen kişilere çarpmamak için klakson çalar gibi “Çekilin Değmesin Yağlı Boya” diye gür sesiyle bağırarak ilerlerdi.
Bodrum’un renkli kişileri içerisinde elbette hamallarda yer aldılar. Ben göremedim ancak babamın çok sıkça anlattığı Bodrum’un Plaçi lakaplı (Hüseyin Özkaplan) ünlü bir hamalı varmış. Plaçi iri yarı ve çok güçlü bir adammış. İri bir adam olan Plaçi, belkide 50 numara ayaklarına zaten ayakkabı alamadığından çıplak ayakla yürür her adım attığında ayaklarının yere çarpmasından çıkan Plaçh…Plaçh…Plach…sesinden ötürü Plaçi lakabı verilmiş. İşin ilginç yanı Plaçi’nin yani Hüseyin ÖZKAPLAN’ın çocukları ve torunları Bodrum’un ünlü ayakkabıcısı oldular.
Ben çocukluğumda da rastlamıştım. Bodrum’a dışarıdan cambazlar gibi birtakım insanlar da gelir, meydanlarda hayret uyandıran gösteriler yapar ve halktan para toplarlardı. Yere yatıp karnının üzerinden araba geçirmek gibi ekstrem gösteriler yaparlardı. Eskiden de böyle gösteriler sık olurmuş.
Zamanın bir gününde yine kasabamıza böyle bir kişi gelmiş ve üstelik bu kişi bir kadın. “Kadın Pehlivan” namıyla ünü her yöreye yayılmış, iriyarı bir kadın. Kasaba kasaba dolaşıp, yere yatıp karnının üzerinden araba tekerini geçirir, üzerinde çuvallarca ağırlıkla adamları zıplatır, dişleriyle bir kamyonu çekerek güç gösterisiyle etrafında toplanan ahaliden para toplayarak geçimini sağlayan biri. Bu güç gösterisi bizim Plaçi’nin çok zoruna gitmiş, bir kadın gelmiş kasabasında güç gösterisi yapıyor diye bayağı içerlemiş.
Kadın Pehlivan; gösterisini o zaman Bodrum’un en büyük meydanında yapacak diye saat verilmiş, gösteri yapılacak diye tellal bağırmış. O zamanlar Bodrum Çarşısı henüz günümüzdeki kadar dükkana sahip değil çoğu yeri meydan halinde. Bu gösteriye içerlemiş olan Plaçi de babamın çalıştığı bakkal dükkânına gelip; “Recepo yürü depoya gidiyoruz” diye babamı da alıp depoya gitmişler. Babam o zamanlar kuzeni Ali Ziylan’ın bakkal dükkanında çırak olarak çalışmakta, gençlik çağının başlarında ve adaleleri gelişmiş güçlü bir genç.
Her zaman mal gelmediğinden sıkıntı çekmemek için satılacak mallar mecburen stoklanırdı. Her Bakkal dükkanının bir iki deposu olurdu. Bu depolar da genellikle Çarşı’da Liman Camisi ile yıkılan kilise arasındaki o küçük cadde ve civarında olurdu. Bizim depo da orada ve malları da genellikle Plaçi taşırmış.
Plaçi babama; “Recepo şuradan üç çuval şeker yükle” bakayım sırtıma demiş. Babam vazgeçirmeye çalışsa da Plaçi ısrarcıymış. Babam (Recep Dizdar) tanesi 125 kilo olan büyük şeker çuvallarından üç çuvalı çömelen Plaçi’nin sırtına yüklemiş. Dedim ya babamın da gücünün zirvesinde olduğu yıllar. 125 kiloluk çuvalları kaldırıp taşıyabilecek güçte. Neyse yüklemiş çuvalları özenle Plaçi’nin sırtına. Plaçi’nin özel bir bağlama usulü varmış. Halatıyla üç çuvalı vücuduna sarıp alnında sabitledikten sonra iki elini serbest bırakabilirmiş.
Çuvalları yüklenen Plaçi zorlanarak da olsa ayağa kalkmış ve yürümüş ancak kapının darlığı nedeniyle depodan dışarı çıkamamış. “Ah bre Recepo düşünemedim” deyip yeniden çömelip çuvalları indirtmiş. Bu seferde depodan dışarıya çıkıp çömelmiş, “Recepo şimdi yükle” diye ısrar etmiş. Babam çuvalları tek tek depodan çıkarıp yeniden yüklemiş. Zar zor ayağa kalkan Plaçi, sırtındaki 375 kiloluk üç şeker çuvalı ile gösteri yapılan alana yürümüş ve gösteri yapan kadının önünde durarak, kadına alkış tutmuş. Plaçi’nin ne demek istediğini anlayan kadın Plaçi’nin omzuna vurup “sen benden daha güçlüsün” diyerek takdirini belirtmiş. Sonrasını babam olayı şöyle anlatır; “Plaçi döndü depoya doğru yürümeye başladı. Yanına vardım, ‘Çabuk Recepo indirelim şunları takatim tükenmek üzere’ diyordu…”
Plaçi hamal arabasıyla eşya taşırken yanına iki de yardımcı alırmış, ancak öyle hızlı çekermiş ki arabayı, yardımcılar arabayı itmek yerine; arabaya yetişmekle uğraşırlarmış. Bunu görenler gücünü küçümsercesine “Hayrola Plaçi yardımcı almışsın” diye takılırlarmış. Plaçi altta kalır mı? “Ben onları arabayı ittirsinler diye almadım. Arabayı çekerken ellerim dolu oluyor pantolonum düşerse kaldırıversinler diye tuttum” diyormuş.
Bir gün bir gemi gelmiş, getirdiği eşyalar oldukça fazla. Hamalları toplamışlar gemi boşaltılacak. Ancak verilen sürede bu malların boşaltılması mümkün değil. Hamallar Plaçi’den rica etmişler; “Gel yine hamalbaşı sen ol, işi zamanında bitirelim”. Başlamışlar ve gün sonunda hamalların gündeliği hamalbaşı olarak Plaçi’ye verilmiş. Plaçi hamalları toplayıp parayı dağıtacak, herhalde oldukça çok olan metal paralardan bir kese verilmiş. Plaçi başlamış dağıtmaya, “Bir Sana… Bir Sana… Bir Sana… Bir Sana… İki Bana” Diğer turları da aynı şekilde yapıp parayı dağıttıktan sonra, diğer hamallar itiraz etmiş. “Niye sen iki pay alıyorsun” diye. “İşinize geliyorsa benimle çalışırsınız, yoksa ben giderim” demiş Plaçi. “Tamam istemiyoruz seni, sen gelme” demişler. Plaçi de ertesi gün gitmemiş.
Gemide boşaltım işlemi ağır gitmeye başlayınca, gemi görevlisi hamalları azarlamış “Ya bu işi zamanında bitirin ya da bırakın başkalarını bulalım” demiş. Çaresiz kalan hamallar Plaçi’yi rica minnet iki paya razıyız diye ikna edip geri çağırmışlar. Neyse o gün işler tıkırında gitmiş, yine gündelikler hamalbaşı olarak Plaçi’ye verilmiş. Plaçi dağıtacak “Bir Sana… Bir Sana… Bir Sana… Bir Sana… Üç Bana” diye dağıtınca kimse sesini çıkaramamış, diye anlatırdı babam Plaçi’nin hikayesini. Ne kadar da iyi iş çıkaran biriydi diyebilmek için.
Hamal deyip geçmeyin, onlar kasabamızın çok önemli iş görenleriydi. O zamanlarda her şeyimizi onlar taşırdı. Pazar alışverişlerini evlerimize onlar taşır, taşınacak ev eşyalarını onlar getirir ve götürürlerdi. Bazen hamal arabasına mahallenin çocuklarını doldurup gezdirdikleri de olurdu ya da yolda yürürken rastladığın boş giden tanıdık hamal amca, biz çocukları arabasına bindirerek sevindirirdi. Ya da biz arabanın arkasına tutunarak eğlenirdik. Yoksul ve zamanın yokluklarıyla yaşayan bir kasabaydık. Ancak günümüzdeki dertleri ve haksızlıkları minimum yaşayan insanlardık. Hayat böyleymiş diye kabullenip sızlanmazdık.
Sağlıcakla kalın. Ali DİZDAR.