Dışarıda ısıran bir hava var. Sırtımdaki montumun, başımdaki berenin boşluklarından girip boynumu, ağzımı burnumu ısırıyor. Dışarıya verdiğim nefes buğulu çıkıyor. Ellerim cebimin içine sığınmış, ayak parmaklarım ayakkabımın içinde üşüyor.
Yaşadığım şehre yağdığı da yok üstelik. Şehri çevreleyen tepelere yağmış biraz. Ama ben üşüyorum.
Kış günü çocukluğumda üstümde sadece bir kazakla kağıt topladığım, simit sattığım günler geliyor aklıma, ya üşümezdim, yada üşürdüm ama aldırmazdım.
Sanırım yaşlanıyorum. Evet evet her ne kadar kabul etmesem de zamanın dişlileri beni de eziyor. Ve ben yaşlanıyorum.
Oysa daha yürüyecek, koşacak yollarım, tırmanacak dağlarım, yar koynunda nefes nefese kalacağım zamanlarım var önümde diye düşünüyorum. Anlaşıldı bu koşup giden zamanla çok kavgam olacak benim.
Anlayamadığım çocukken çabucak büyümek isterken geçmeyen zaman, yetişkin olduktan sonra niye böyle son sürat akar gider.
Bu zamanın asla geçmediği halleri, yerleri de biliyorum ama ben. Mesela gözaltında tutulduğum sidik ve kusmuk kokulu nezarethanelerde hiç geçmezdi zaman. Gözlerim kirli bir bez parçasıyla bağlı iken zaman kavramını yitirmemek için içimden sayı sayardım. Altmış sayısına gelince bir dakika oldu diye kafamın içine not ederdim. Sonra tüm o dakikaları toplar bir saatle eşitlerdim. Sonra eşitlediğim saatleri toplardım. Bana bir asır gibi uzun gelen saatler birkaç saatten ibaret olurdu. Ve ben bu geçmeyen zamana içimden çok kızardım.
Aksine sevgili koynunda saatler uçup giderdi. Sabahlar hemen hemen olur, ya da akşam hemen olurdu. İki sevişmeyle nasıl çabucak sabah olurdu anlamazdım. Ve yar koynunda erken gelen sabahlara çok kızardım.
Gurbet dönüşleri ev yolunda da geçmezdi zaman. Ben otobüsün içinde yol üstündeki çizili şeritleri sayardım. Yol kenarındaki ağaçları sayardım. Ama yine de geçmezdi zaman. Yol mu uzardı? Ben mi sabırsızdım bilemezdim.
Sabırsız değilim oysa işsiz kaldığım zamanlarda iş kuyruğunda çok beklerdim ve hiç de sabırsızlanmazdım. Belki de umut etmezdim. Bir şeyden umutlu değilsen ne zamanı dert ediyorsun ne de sabırsızlanıyorsun. Hoş bir boş vermişliğin içinde akıp gidiyorsun.
Ama şundan eminim insanın sevmediği istemediği yerlerde, istemediği işlerde çalıştığı zaman saatler geçmiyor, zaman adeta duruyor. Tarlada çapa salladığım günler geliyor aklıma. Çukurova’nın sarı sıcağı tepemden ayrılmaz ben kan ter içinde kalırdım bir türlü akşam olmazdı. İş bitimi bulgur pilavı soğan yemesi sonrası bir kaçak çay içiminde gece yarısı koşarak gelirdi. Ve sen doyamadan uykuya hemen sabah olurdu. Tarlada çapa sallarken geçmeyen zaman uykuda uçar giderdi.
Hay Allah altı üstü evden işe kadar yirmi dakikalık bir yol yürüyeceğim havanın ayazı bana neler yazdırdı. Sahiden mi yaşlanıyorum nedir?
İnsanlar yaşlandıkça çenelerine vurur derler sanırım doğru. Neyse ben iş yerime vardığımda sıcak bir kahve koyayım kendime.
Bu zaman işlerini de bir kenara bırakayım. Aynalara falan da çok bakmayayım bu aralar. Akşam eve gidince de paraya kıyıp doğalgazı açayım. Neme lazım üşümeyeyim yoksa durmadan bir şeyler yazar dururum…
i. Akan