Uzun zamandır düşünüyordum, siyaset anılarımı yazmayı. Hatta bir ara kitap düzeyinde bile düşündüm. Çünkü hem mektepli hem alaylı olarak epey tecrübe yaşadım ve bunlara ilişkin gözlemlerimi yazabilirdim ama sonra elimdeki diğer kitap dosyalarına öncelik verip, bundan vaz geçtim. Ancak yine de farklı dönemleri kapsayan anılarım ve tecrübelerim kaybolup gitmesin istedim.
Onun için burada dostlarla paylaşmak üzere, biraz da samimi/idealist duygularla siyaset yapanların yararlanması için bir özet yapmaya çalışacağım.
Hepsini bir bütün olarak değil de dönem dönem yazacağım. Çok detaya girmeden ve bazı özel olayları pas geçerek, siyasetin pratiği açısından önemli bulduğum olay ve anlara yer vermeye çalışacağım.
Yaklaşık on bölümde toplamaya çalışacağım bu anılar ve gözlemlerde hem siyasetin pratiğine ilişkin gerçeklerden örnekler vermeye gayret dönem, meseleyi kişiselleştirmemeye özen göstereceğim ve hatta zaman zaman kendimle de dalga geçmeyi ihmal etmeyeceğim.
Siyasetle tanışmam, ilişki kurmam ve hatta pratiğine dahil olmam lise yıllarında ve Urla’da başladı. Yetmiş sekiz kuşağı içinde buldum kendimi ve sosyalist ideolojiyi adeta bir inanç düzeyinde benimsedim. Bu dönem siyasi faaliyetlerimiz bildiri dağıtmak, duvarlara yazı yazmak, gizli toplantılar yapmak, 1 Mayıs ve diğer bazı mitinglere katılmak şeklindeydi.
Hem devletle ve güvenlik güçleri ile sorun yaşanıyordu doğal olarak hem de sivil karşı gruplarla silahlı düzeyde çatışmalar olabiliyordu. Her gün TV’de ve gazetelerde ölüm ve çatışma haberleri sıradan hale gelmişti.
Darbeden bir yıl önce Erzurum Atatürk Üniversitesi Felsefe Bölümünde üniversite hayatına başladım. Bugün halen neden bu tercihi yaptım diye düşünüyorum. Erzurum olağanüstü zor bir şehir. Ayrıca tam o yıl Ecevit hükümeti, bazı üniversitelerden can güvenliği nedeniyle bazı öğretim üyelerini ve öğrencileri başka üniversitelere transfer etmişti. Erzurum’daki bütün sol görüşlü öğretim elemanları ve öğrencilerinin önemli bir kısmı Ege Üniversitesine gelmişti ve ben Erzurum’a bu koşullarda gittim. Annem ve babam çok tedirgindi. Orada öldürülürüm diye sevinenler de vardı tabi o günkü koşullarda.
Yurtta kalmam imkansızdı. Bakırcılar çarşısında bir otele yerleştim bir oda arkadaşı bularak. Otel sahibi Baki abi CHP’li idi. Yardımcı oluyor ve bazı uyarılarda bulunuyordu.
Maraş Katliamının yaşandığı günler, Erzurum’da da hissediliyordu. Sokaklarda ambulans hareketliliği çok yoğundu. Sanırım bazı yaralılar buradaki hastaneye sevk ediliyordu.
Üniversite de çok keyifsizdi doğrusu. İzmir’e dönüp, ben de nakil şartlarını zorladım. Ancak bütün çabalara rağmen olmadı. Hatta Erzurum’da yaşayamaz diye torpille bir heyet raporu bile almıştım. Ama MHP’li fakülte sekreteri marifetiyle sanırım Fakülte Kuruluna sokulmamıştı.
TÜMAS (Tüm Asistanlar Derneği) ve Sol Öğrenci Grubu temsilcileri ile epey görüştüm. Yardımlarını istedim. Bazı solcu hocalar ilgi gösterse de hiç unutmam Erzurum’dan nakil ile gelen Dev-Yol temsilcisi arkadaş (Tuğrul’u da analım bu arada), “orada da sınıf mücadelesi sürüyor, orayı da boş bırakmamak lazım” demez mi; ben de kendisine, “sizin gibi ben de buraya geleyim, o zaman Erzurum’daki sınıf mücadelesinden söz ederim” dedim. Çok bozuldum tabi.
Baktım olmuyor, Erzurum’u bıraktım. Şimdiki gibi değil tabi. Kaydımı sildirip belgelerimi almam gerekiyordu. Beni göndermeyip, babam gidip almıştı.
Bu ortamda 12 Eylül darbesi yaşandı ve sol örgütler hem ciddi darbeler yedi hem de biraz daha yer altına indi.
Darbe öncesi girdiğim sınavla bu defa Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümünü kazanmıştım. Kayıt yaptırmadan darbe olmuştu.
Fakülte binamızın (şimdi İzmir Fen Lisesi) duvarlarında halen Tariş Olayları döneminden kalma kurşun izleri vardı. Fakültede direniş olmuştu, Gültepe ve Tariş İşçilerini desteklemek için.
İlk yıl hemen fakültenin yanındaki yurtta kalmaya başladım. Buralara aşinaydım. Öğrencisi olmadan da geliyordum. Küçük Kantin merkezdi. Pek çok sol fraksiyonun dergi ve gazetelerinin sergilendiği küçük masalar vardı. Sağda solda afişler ve pankartlar. Bir detay da şuydu, İGD ve TKP’liler kampüs dışında ya da girişindeki bir binanın yanında toplaşırlardı ama kampüse giremezlerdi. Maocular, Sosyal Faşistler gibi bugün bakınca çok anlamsız ayrımlar çatışma düzeyinde etkiliydi. Bizim gruplar TKP ve İGD’yi sosyal faşit olarak tanımlıyordu. Çünkü Sovyetler artık sosyalist değildi ve bürokratik kapitalizme dönüşmüştü. Onlar da bizim grupları, Maocu olarak tanımlıyorlardı. Oysa biz Lenin ve Stalin sonrası Sovyet rejimi kabul etmiyorduk. Böyle ayrışmalar işte.
Bol sivil polis vardı ve hatta Komando askerleri de belli yerlerde silahları ile hazır bekliyorlardı. Ancak kampüste hakimiyet sol gruplardaydı. Bir yıl önce de gelip yurtta kalmıştım mesela. Öğrenci değildim oysaki.
Öğrenci olduğumda Darbe şartları geçerliydi. Her yerde silahlı askerler vardı. Yurt müdürü albaydı. Her an derse polisler girip bir arkadaşımızı alabiliyorlardı. O şartlarda da bazı gizli toplantılar ve etkinlikler yapıyorduk.
Bir akşama doğru arkadaşlarımız bildiriler getirdiler bir şekilde. Bunları gece kapıların altından atarak odalara dağıtacaktık. Sınıf arkadaşım Cumhur bunu görmüş ve tedirgin olmuştu. O ayrı odada kalıyordu ama benim adıma endişe etmişti. Gece biz henüz derin uykudayken, yatakların tekmelenmesi ve kalkın diye bağırmayla uyandık. Silahlar yüzümüze çevrilmişti. Bizi koridora çıkardılar. Yatakların altını ve dolapları aradılar. Bu durumda ben hapsi göze almak zorundaydım. Odadaki diğer üç arkadaşın bildirilerle ilgisi yoktu çünkü. Kabullenecektim çaresiz.
Askerler dışarı çıktılar ve gittiler. Müthiş bir şoktu. Bulamamışlardı. Böyle bir şey o dönemde otomatik beş yıl hapisti. Çok arkadaşımız bu yüzden üç, üç buçuk yıl yatmışlardı.
Heyecanla sınıf arkadaşım geldi. Onunla birlikte baktık. Bildiriler dolabın arkasına düşmüştü. Ve derin bir oh çektik. Benzer bir olayı Germiyan köyü kahvesinde de yaşamıştım. Şans iki defa beni hapisten kurtarmıştı.
Bu faslı uzatmayıp biraz daha ileri döneme geçeceğim İkinci bölümde.