Bodrum’a münferit olarak genellikle de tekneleri ile Alman ve Fransız turistler dadanmışlardı, ağızdan ağıza giden bir reklam ile yıldan yıla da çoğalıyorlardı ancak yerli turisti henüz pek göremiyorduk. Bodrum’a ve biz öğrencilerine çok emeği geçen rahmetli öğretmenimiz, o zamanlar İlçe Milli Eğitim Müdürü olan Osman Nuri Bilgin’in de içinde olduğu bir heyet Bodrum’u yerli turist ile tanıştırmaya karar vermişler ancak bunu zamana yaymaya tahammülümüz olmadığından balıklama dalmamız gerektiğine inanmışlar. Ve Türkiye’ye tanıtmak için broşürleri, ilanlar, basın yoluyla yayınlanmış ve bir Bayram tatilinde Bodrum’a bir turist kafilesi akınını organize etmişlerdi.
Yılını çok net hatırlamasam da muhtemel 1963 yılı olmalı ilkokul ortalarındayım. Bahar aylarının sonu havalar ısınmaya başlamış idi. Yerli turiste kapılarımızı açacağız ancak öncesinde yapılması gerekenler vardı. Gelecek olan turistin konaklayacağı ne yeterli otel ne de yemek yedireceğimiz yeterli lokantamız vardı. Gelecek olan akına hizmet sunmamız mümkün değildi. O zaman yapılacak tek bir şey vardı: Misafir ağırlama yöntemiyle ilk turist akınını karşılayıp hoşnut edebilmek.
Biz öğrenciler aracılığıyla da olmak üzere, Bodrum ahalisine dört bir yandan haber salındı. Evi uygun olan ve misafir ağırlayabilecek ailelerden rica edildi. Bu girişime evi uygun olanlar canı gönülden katıldılar. Bu evler tespit edildi, gelecek turist ailelerin mevcuduna göre de misafir edilecekleri evleri belirlendi ve bir turizm danışma ve koordinasyon komitesi oluşturuldu. Bir de bu turistleri (misafirleri) evlere götürecek mihmandarlar gerekti ve benim gibi öğrencileri görevlendirdiler.
Bodrum o zamanlar henüz dağlara doğru genişlemediği için Bodrum’a giriş kasabanın merkezi, postanenin önü yani çarşının başladığı yer olduğundan danışma ve karşılama komitesi orada karargâh kurdu. Arife günüydü. Mihmandar olarak okul önlüklerimizi giymiş, danışma bürosu yanında benim gibi birçok öğrenciyle bekleşiyoruz. Heyetle birlikte Yokuşbaşı’dan Bodruma doğru gelen yolun ağzında bekliyoruz. Gelen misafirler arabalarıyla geliyor, danışma üyelerince karşılanıyor ve gidecekleri ev tespit edilip yanlarına bizden bir mihmandar verilerek gönderiliyorlardı.
Sıra bana geldi. Volkswagen marka kaplumbağa tipi bir araba idi. Benim bildiğim eve verilmiş bir aile idi. Beni de arabaya aldılar gittik. Evi gösterdim indiler arabadan ve misafir karşılanır gibi karşılandılar. Arabayı kullanan araç sahibi bey, beni bırakmadı aldığı yere geri getirdi. Yani postanenin önünde ben arabadan inerken bana demir 2,5 lira uzattı. Almadım, indim arabadan. Arkamdan o da indi ve parayı cebime koymaya çalıştı. Parayı cebime koymasına engel oldum, ısrar edince de kaçmaya başladım, arkamdan koşmaya başladı. Ben daha hızlı kaçtım, yetişemedi; demir 2,5 lirayı arkamdan fırlattı. Paranın yerde tıngırdaya tıngırdaya arkamdan bir süre geldiğini duyuyordum ancak ben yaydan fırlamış ok gibi kaçıyordum. Fırlattığı para bana yetişemedi ve ben de çarşıdaki bakkal dükkanımıza girip saklanmıştım. O, 2,5 liraya ne oldu; birileri yerden alıp geri mi verdiler, babama mı getirdiler bilmiyorum ancak O, 2,5 lira benim mihmandarlığımın sonu oldu onu biliyorum. O günkü 2,5 lira önemli bir miktardı, o dönem bir çırağın haftalığıydı.
Belki amaçlanmamıştı ancak bu misafir ağırlama, yerli turist ile Bodrumlunun bire bir tanışmasını sağlanmış oldu. Bodrumlu da turist de ikna oldu ve o yaz ev pansiyonculuğu başladı. Zaten başka çare de yoktu. Turist baskınına uğramıştık, otel yapacak zamanımız da takatimiz de yoktu. Çekincesi olanlar, evine yabancı sokmayı yadırgayanlar komşularına bakarak alıştılar. Bir sakıncası olmadığını görüp benimsediler. Önceleri evimizin bir odasını kiraya verdik, sonraları tüm odaları verdik, bizler bahçede divanda yattık. Baktık bu iş iyi gidiyor, gelenler çok memnun, inşaatla odalar ilave ettik tuvaletlerimizi yeniledik, mutfağımızı genişlettik ve güzelleştirdik evimizi pansiyon haline getirdik. Daha ileri gittik evimizi yıkıp ya da bahçemize pansiyon inşa ettik. Pansiyonlarımızın internet adresleri yoktu. Broşürlere yazılı telefon numaraları vardı. Turizm danışma büromuzda kayıtlı idiler. Bodrum’a daha önce gelenler pansiyonların yolunu biliyor direk gidiyorlardı. İlk kez gelenler ya dost yönlendirmesi ya da turizm danışma bürosu vasıtasıyla yönlendiriliyorlardı. Gelen turist bir dahaki yıl için rezervasyonunu yaptırıp gidiyordu.
Önceleri mutfağı paylaştık bazen kendi yemeklerini yapıyorlardı bazen de bizim yemeklerimizin tadına bakıyorlardı. Kültür alışverişleri başladı; bizler onlardan çok şeyler öğrendiğimiz gibi, onlar da bizden çok şey öğrendiler. Sonraları oda-kahvaltıya geçtik derken akşam yemeği de vererek yarım pansiyon yaptık. Dostluklar kurduk gelen turistlerle, ahbap olduk, kimi zaman kız aldık kimi zaman kız verdik, akraba olduk. Dostluklar çok uzun yıllar sürdü halen sürenleri bile vardır.
Ev Pansiyonlar çoğalınca rekabet başladı. Hanutçularla gelen otobüs başlarında pansiyonlarımızı pazarlamaya kadar ilerledik. Sonrasını biliyorsunuz. “Siz küçük küçük evciklerinizle bu işi yapamazsınız. Biz size kocaman kocaman oteller yapacağız” dediler. Bürokrasi gibi çeşitli engelleri devreye soktular ve ev pansiyonculuğu bitirildi.
Vazgeçemeyip direnenler, bürokrasi canavarıyla güreşerek varlıklarını sürdürmeyi başaranlar oldu. Günden güne azalarak numune haline dönüştüler. Bodrum’un Sokak aralarında bu pansiyonlara rastlama olasılığınız hala var.
İşte böyle biz turizme balıklama dalmıştık. Şimdi dipten dipten gitmeye çalışıyoruz boğulmamız an meselesi.
Saygılarımla Ali Dizdar