_ 2 _
Cesi , evin ön tarafında vaveyla koptuğunda arka bahçedeydi. Sare ana ve iki kızının yayıkta tereyağı yapmasını keyifle izliyordu. Yıllardır hep aynı pozisyonda dik oturup kuyruğunu da sallayarak ev işlerini izlemek onun mutlu olmasına yetiyordu… Motor ve insan gürültülerini duyunca, korumacı içgüdüsüyle fırladı. Ama evin önünde bir sürü insan, araba ve silah görünce ürkerek geri döndü ve arka bahçenin uzak köşesindeki kulübesine giriverdi. Olağan üstü bir şeyler olduğunu anlamıştı… Uzun ömrü ona öğretmişti ki, insanların ellerindeki metal şeyler gerektiğinde ölüm kusuyordu.. Şimdi ise, daha önce hiç görmediği ve duymadığı çığlıklarla Sare ana ve kızları kendilerini yerden yere atıp kendi saçlarını yoluyorlardı… Tırnaklarıyla yüzlerini paralayıp acı ağıtlar yakıyorlardı… Sağlık ekibi babayı bırakıp anne ve kızlarını teskin etmeye çalışıyordu… Ama şehadet haberini duyup gelen akrabaların ağıtlarıyla yeniden saçlarını yolup, başlarından aşağı avuç avuç kül eliyorlardı…
Cesi uzun süre hiç kımıldamadı yerinden. İçine ağır bir acı çökmüştü…
Kaldıramayacağı kadar büyük bir kederin ve yalnızlığın gelmekte olduğunu adeta anlamıştı… O gün ne su içti, ne de bir lokma yemek yedi…
Muharremin dayısı, Yunus Sivas’ta askerlik görevini bitirdiğinde oradan 2 yavru köpek alıp getirmişti. Eniştesi Zekeriya köyün çobanıydı o zamanlar… Büyük bir gururla bu yavruların Anadolu’nun en cins çoban köpeği Akbaş cinsi olduğunu anlatıyordu. Bir yavruyu da kendisi için almıştı… Muharrem sevinçten deliye dönmüştü yavru köpeği görünce… Dayısı ona verdiği yavruya Cesur adını vermiş, kendi köpeğine de o zamanlar çokça seyrettiği Tarkan filmlerindeki gaddar karakterin adını vererek, “bu da Camoka ” olsun demişti.
Muharremin küçük kardeşi Songül o sırada 3 yaşına yeni girmiş ve Cesurun peşinden ayrılmıyordu…
” Ceessiiyy… ceessiiyy ..” diye bağırıp duruyordu ortalıkta.. Onun Cesura seslenme biçimi herkesin çok hoşuna gidiyordu… Bir süre sonra hem Muharrem, hem de ailenin diğer fertleri Cesi diye çağırmaya başladılar.. Bir yıl sonra Cesi ve Camoka köyün 2 azman köpeği olarak sürü gütmeye başladılar… Dağ bayır, bahçe ev demeden yıllar boyunca mutlu bir hayat sürdüler.. Muharrem, kardeşi Aygül ve Songül de bu iki köpeği kardeş olarak bildiler… Rüya gibi bir çocukluktu onlarınki…
Ta ki çok yıldızlı ve sessiz o ağustos gecesine kadar…
Muharrem 15 yaşındaydı o zamanlar… Babası köyün sürüsünü yaylaya çıkarmıştı… O akşam Muharrem dayısıyla birlikte köye dönmüştü… Babasına yemek, katık ve temiz çamaşır getirecekti sabahleyin… Gece yarısı yaklaşık 15 kurttan oluşan bir sürü koyunlara dört bir yandan saldırdılar… Cesi ve Camoka iki büyük kahraman gibi aç kurtların arasına daldılar.. Vurduklarını deviriyorlardı… Cesi çok kısa sürede 3 kurdu etkisiz kılmıştı… O sırada 7 – 8 kurdun arasında canhıraş bağırtısını duydu Camoka’nın.. Şimşek hızıyla oraya yöneldi.. Kısa sürede 5 kurdu boğmuşlardı… En az 3- 4 kurt da ciddi yaralarla çareyi kaçmakta bulmuştu.. Ama Camoka da ağır yaralar almıştı.. Arka bacağındaki kemik kırılıp derisinden dışarı sarkmıştı… Cesi acı acı inleyen kardeşinin yarasını yalamaya başlamıştı… Sürüden de sekiz koyun telef olmuş , ama kurtlar hiç birini götürememişti ..
Çoban Zekeriya, hepi – topu 5 dakika içinde olup biten bu saldırının ardından tüfeğiyle durmadan havaya ateş etti.. Hem kurtları korkutmak hem de köye haber salmak için… Zaten yarım saat sonra da sekiz- on arabaya doluşmuş köylüler yaylaya vardılar. Yunus dayı Camoka’yı birkaç köylünün yardımıyla arabaya atıp ilçedeki veterinere yetiştirmek için hızlıca hareket etti… Bir gurup köylü kurtların izini sürmek için dağa doğru yürüyüşe geçtiler… Asıl amaç, sürekli ateş ederek bu sürüyü bir daha bu bölgeye gelmemeleri için korkutmaktı… Zekeriya ise kalan köylülere Cesi ve Camokanın kahramanlıklarını anlata anlata bitiremiyordu…
İki gün sonra ilçeden gelen haberle yıkıldılar… Camoka , ne yazık ki iyileşmeyecek yaraları yüzünden uyutulmuştu..
Bu, Cesi’nin ilk büyük travmasıydı.. Günlerce yemeden ve içmeden kesilmişti… Ancak Muharrem yanına gelip sarıldığında kısık bir tonda ağlamaya benzer sesler çıkarıyordu… Muharrem askere gittiğinde de aynı travmayı yaşamış, Songül ve Aygül’ün tüm çabalarına rağmen günlerce yemek yememişti…
Ama sanki şimdi daha büyük, üstesinden gelemeyeceği bir acının tüm benliğini sardığını hissediyordu Cesi…
Ertesi gün köye yüzlerce araba, binlerce insan aktı… Köy içi arabaları almaz olunca , kilometrelerce aşağıda araçlarını bırakan kitle bayraklarla ve sloganlarla köy mezarlığına doğru yürüyüşe geçti.
“Şehitler ölmez vatan bölünmez!” Sloganı köyün ardındaki kayalıklara çarpıp geri dönüyor ve inanılmaz bir akustik oluşturuyordu… Adeta, köyün dağları ve ovaları da Muharrem için ağıt yakıyordu..
Şehidin naaşı evin önüne getirilip helallik alındıktan sonra , askeri kortej önde , binlerce kişi arkası sıra mezarlığa doğru ağır adımlarla akmaya başladı..
Cesi , kalabalıktan önce mezarlığa varmış , Muharrem için kazılan mezarın başında ağlar , feryat eder gibi sesler çıkararak dönenip duruyordu.. Cenaze arabası evin önüne ilk geldiğinde sahibinin kokusunu almış , aracın önüne çöküvermişti.. Çocukluğundan beri taa kilometrelerce öteden aldığı sahibinin kokusu, şimdi kanlı bir ölüm soğukluğuyla burnunun dibindeydi.. Çökmüş, küçülmüştü Cesi…
Hayatın ona öğrettiği bilgeliklerden biri de şöyleydi ki; o tahta sandığın içine konan hiç kimse bir daha geri dönmüyordu.. Ne gören oluyordu, ne de sesini duyan.. Cesi kendini yapayalnız ve karanlıkta hissediyordu…
Cenaze korteji mezarlığa varınca, Cesi uzaklaşıp mezarlığı çeviren duvarın üstüne tünedi… Başını patilerinin arasına iyice gömmüştü… Sanki bu alemden kaybolmak, sahibiyle birlikte ıssızlığa ve sonsuzluğa gitmek istiyordu…
Görkemli Cenaze töreni sonrası, gelen kitle aynı hızla kayboldu gözden…
Köy derin bir sessizliğe gömüldü… Cesi bir daha ayrılmadı mezarın başından… Kadınlar 40 gün boyunca şehidin ruhuna ithaf etmek için gelip Kur’an- Şerif hatmetmeye başladılar. Songül ve ablası her gün Cesi için yemek ve su getirdiler… ama o hiçbirine dokunmuyordu… Sadece birkaç yudum su…
Bazı geceler acı ulumalara benzer sesler çıkarıyordu… Herkes biliyordu ki, Cesi Muharrem için ağıt yakıyordu..
7. Günde mezarlığa gelenler, çığlıklarla ağlamaya başladılar… Songül ve Aygül yine kendilerini yerden yere attılar…
Cesi , şehidin mezarını eşelemiş, başını sokacak kadar bir yer açmıştı… Başı içerde, gövdesi dışarıda öylece kaskatı yatıyordu..
Köy heyetinin ortak kararıyla; bu kahraman ve sadık Yoldaşına şehidin tam ayak ucu hizasına gelecek şekilde mezarlık duvarının dışında bir mezar kazdılar.. Baba bir de çınar ağacı dikti üstüne…
Muharrem başını kaldırsa, Cesi’yi görecekti hep…
Eylül – ekim . Buca. 2023.